16 Temmuz 2012 Pazartesi

AÖF 3. SINIF 14-15 YÜZYILLAR TÜRK DİLİ 7. ÜNİTE

Kıpçak Türkçesinin Oluşumu ve Ses Bilgisi KIPÇAKLAR: Kıpçaklar, Bizans ve Latin kaynaklarında Kuman, tarihî Rus kaynaklarında Polovets, Ma¬carlar tarafından Kun olarak adlandırılmışlardır. Kıpçak adlandırmasına, şu anki bilgilere göre ilk olarak 759 yılında dikilmiş olan Bayan Çor yazıtında bulunan Türk Kıbçak eligyıl olurmuş. Bu cümle 682-745 arasındaki ikinci Köktürk dönemine işaret etmektedir. XI. yüzyıl başlarında Yayık boylarında yaşayan Kıpçaklar 1030 yılı civarında İdil'i ge¬çerek Uzları batıya ittiler ve Rus knezlikleriyle komşu oldular. Rus kaynakları ilk defa 1055 yılında Kıpçaklardan bahseder. Bu tarihten itibaren Kıpçaklar, Deşt-i Kıpçak denilen Avrasya'nın en önemli aktörlerinden biri haline gelirler Kıpçakların Ruslarla çatışmaları İgor Destanı¬nın konusu oldu. On binlerce Kıpçak askeri, Gürcü krallarının ve kraliçe Tamara'nın talebi üzerine Gürcü ordusunun esas kitlesini oluşturdular ve Selçuklu Oğuz¬larına karşı Gürcüleri korudular. Dede Korkut boylarındaki Kıpçak-Oğuz çatışmalarının son katmanı, XII. yüzyıldaki bu mücadelelerdir. Kıpçaklar; İdil Bulgarları, Ruslar ve bölgede bulunan diğer halklar¬la birlikte, Batu Han'a karşı mağluplar arasında olmasına rağmen Altın Ordu Hanlığının asıl kitlesini oluşturdu. Altın Ordu Hanlığındaki Türkler, Karahanlı Türkçesinden Harezm Türkçesine geçiş dönemi olan Harezm Türkçesini yazı dili olarak kullanır. Kıpçakların bir kısmı, Karadeniz ve Balkanlar üzerinden Mısır'a gitmişlerdir. Orda, önce Eyyûbîlerin pa¬ralı askerleri olmuşlar, daha sonra 1250 yılında Mısır'da Memluk devletini kurmuşlardır. Memluk devleti, 1518 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır'ın alınmasıyla ortadan kalktı. Memluk devletindeki halkın Arap, yöneticilerin Türk olmasından dolayı halkın Türkçe öğrenme ihtiyacı veya halka Türkçe öğretme durumu ortaya çıkmıştır. Bu amaçla Memluk sahasında Türkçeyle ilgili birçok sözlük ve gramer yazıldı. Türkler kendileri için de edebi eserler, atçılık, okçuluk, fıkıh gibi konularda kitaplar yazdılar. XIII. ve XIV. yüz¬yıllarda Mısır'da yazılan bu eserlerde kullanılan dil, Kıpçak Türkçesi veya Memluk Kıpçak Türkçesi adıyla Türkoloji literatürüne girdi. KIPÇAK TÜRKÇESİ Kıpçaklar da Oğuzlarla yaklaşık zamanlarda batıya göç etmişlerdir. Ancak onlar, yoğun olarak yaşadıkları Deşt-i Kıpçak'ta XIII. yüzyıla kadar güçlü bir siyasi birlik oluşturamamış¬lardır. O zamana kadar güçlü ve sürekli siyasi iradenin, devletin olmaması kuzeydeki Kıp-çakların kendi şiveleri esasında bir yazı dili oluşturamamalarında önemli bir etkendir. Kıpçakların lehçesi, daha çok XVI-XVII yüzyıllara ait olan Er¬meni harfli Kıpçakça metinler hariç yazı dili olarak kullanılmamıştır. Mısırdaki Memlük döneminde yazılan edebiyat, din, siyaset, atçılık, okçuluk gibi alanlardaki eserler ise Kıp¬çak ağzına değil, dönemin standart yazı diline ait eserlerdir. Bu yazı dilinin Harezm Türkçesinden çok az farkı vardır ve o da Harezm Türkçesi gibi Karahanlı ile Çağatay Türkçe¬leri arasında bir geçiş dönemini temsil eder. Harezm eserleri Karahanlı dönemine, Memlük eserleri Çağatay Türkçesine daha yakındır. Memlük döneminde yazılan gramer ve söz¬lükler de çoğunlukla standart dile aittir. Ancak zaman zaman Kıpçak ve Türkmen (Oğuz) ağız özelliklerini de kaydederler. Bunlardan sadece Et-Tuhfetü'z-Zekiyye yazarı, doğrudan doğruya Kıpçak dilini esas aldığını belirtmiştir. Memlük sahası eserlerinin dili, Harezm sahası eserlerin dilinden az da olsa farklılık¬lara sahiptir. Ancak Kıpçak Türkçesi denilen yazı dilinin, Kıpçak ağzından doğmuş bir yazı dili olduğu düşünülmemelidir. XIV. ve XV. yüzyılda Kıpçakların yaşadığı bölgelerde verilen eserler içerikleri dikkate alınarak temelde iki başlık altında toplanır: 1) Sözlük ve gramerler 2) Edebiyat, din, asker¬lik, baytarlık vb. alanlarındaki metinler. XV. ve XVII. yüzyıllarda Ermeni harfleriyle yazıl¬mış olan eserler ise Ermeni harfli Kıpçakça metinler başlığı altında toplanır. ESERLER Sözlük ve Gramerler Kodeks Kumanikus:İlk satırlarında 1303 tarihi yazılı olan ve 1362 yılında Petrarca tarafından Venedik Cum- huriyetine hediye edilen eserin günümüze ulaşan tek nüshası, İtalya’da Venedik Saint Marcus Kütüphanesindedir. Latince olan Kodeks Kumanikus’un anlamı “Kıpçak Kitabıdır. Ko deks Kumanikus, Karadenizin kuzeyindeki Kıpçak Türklerinden İtalyanlar ve Almanlar tarafından derlenmiş malzemelerden oluşan iki defterin birleştirilmesiyle oluşmuş bir eserdir.Kodeks Kumanikus’un 55 yapraktan oluşan ve İtalyanlar tarafından hazırlanan birinci defteri iki bölümden oluşmaktadır. 27 yapraktan oluşan ve Almanlar tarafından hazırlanan ikinci defter Gotik harfleriyle yazılmıştır. Bu defter Kıpçakça-Almanca, Kıpçakça-Latince olan iki karışık sözlük listesi ve bazı metinlerden oluşur. Kitabü’l-İdrak li-Lisani’l-Etrak: 18 Aralık 1312’de Kahire’de tamamlanmış olan kitabın yazarı Endülüslü Ebu Hayyan’dır. Türkmen ve Kıpçak Türkçesinin dil özelliklerini barındıran eser Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmıştır. Eser, sözlük, dil bilgisi ve cümle bilgisi olmak üzere üç bölümde düzenlenmiştir. Eserin günümüze ulaşan üç nüshası bulunmaktadır. İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümünde, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Bölümünde, üçüncü nüshası Kahire’de Dârü’l-Kütüb Kütüphanesinde bulunmaktadır Kitab-ı Mecmu-ı Tercüman-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî: 1343 veya 1345 yılında Halil bin Muhammed el-Konevî adlı Konyalı bir Türk tarafından yazılmış veya istinsah edilmiş olan eser bir sözlük ve dil bilgisidir. Eserin günümüze ulaşan tek nüshası Holanda’da Leiden Akademi Kütüphanesi’ndedir. Et-Tuhfetü’z-Zekiyye fi’l-Lügati’t-Türkiyye: Memluk Kıpçak sahasına ait bir sözlük olan eserin yazıldığı tarih ve yer kesin olarak bi- linmemektedir. Eserin tek nüshası İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümündedir. Eser, Arapça-Türkçe bir sözlük ve dilbilgisidir. Eserin diğer sözlüklerden en önemli farkı, giriş bölümünde yazarının “Bu kitapta Kıpçak diyeleği üzerine dayandım; çünkü en çok kullanılan odur. Burada Türkmen diyeleğini -sıkışmadıkça- söylemedim.” kaydıdır. Kitabu Bülgatü’l-Müştak fî Lugati’t-Türk ve’l-Kıfçak: Cemâleddin Ebū Muhammed Abdullah et-Türkî tarafından 14. yüzyılın ikinci yarısın- da veya XV. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilen Arapça-Türkçe bir sözlüktür. Gü- nümüze ulaşan tek nüshası Paris’te Biblioteque Nationale Türkçe Yazma Bölümündedir.Eser, normal satırlar olarak değil, ikinci yapraktan itibaren zikzaklı baklava dilimi bi- çiminde yazılmıştır. El-Kavanînü’l-Külliyye li-Zabti’l-Lügati’t-Türkiyye: Arapça olarak 15. yüzyılın başlarında Kahire’de yazıldığı tahmin edilen bir Türkçe dil bilgisidir. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Şehit Ali Paşa bölümünde bulunan eserin bilinen tek nüshası 85 yapraktır. El-Kavānin’in diğer Memlük sahası dilcilik eserlerinden ayrılan en önemli yönü, sözlük bölümünün olmayıp sadece gramerden ibaret bulunmasıdır. Ed-Dürretü’l-Mudiyye fi’l-Lügati’t-Türkiyye: Yazarı, yazıldığı yer ve yazılış tarihi bilinmeyen eser, Araplara Türkçeyi öğretmek amacıy- la yazılmış sözlük ve bir konuşma kılavuzu özelliği taşımaktadır. Eserin günümüze ulaşan tek nüshası İtalya’da Floransa şehrindeki Medicea Bibliotheca Laurenziana bulunmaktadır. Eser 24 bölüme ayrılmıştır. Allah, gök ve yerdekiler, sular, güzel kokulu bitkiler, meyveler, ağaçlar vb. kavramların herbiri bir fasıl oluşturur. Edebiyat, Din, Askerlik, Baytarlık Alanlarındaki Eserler Kitab Gülistan bi’t-Türk: Sadi’nin 1258 yılında yazdığı Gülistan adlı eserinin bilinen en eski tarihli Türkçe tercüme- sidir. Seyf-i Sarayî’nin elinden çıkan nüsha günümüze ulaşan tek nüshadır ve Hollanda’da Leiden İlimler Akademisi Kütüphanesindedir. İrşadü’l-Müluk ve’s-Selatîn: İskenderiye’de aynı adlı eserden 1287 yılında yapılan satır altı bir tercümedir Kitab fi’l-Fıkh bi-Lisani’t-Türkî: Çeşitli fıkıh kitaplarından derlenen fetvaları içeren kitabın yazarı, yazıldığı yer ve tarih bi- linmemektedir. Kitab-ı Mukaddime-i Ebu’l-Leysi’s-Semerkandî: 10. yüzyılda yaşamış Hanefi mezhebinin tanınmış fıkıh bilginlerinden Ebu’l-Leysi’s- Semerkandî’nin fıkıhla ilgi Arapça eserinin satır altı tercümesidir. Münyetü’l-Guzat: Arapçadan Türkçeye tercüme edilmiş, konusu askerlikle ilgili olan bir eserdir Kitab fî İlmi’n-Nüşşab: Çeşitli Arapça kaynaklardan derlenen bilgilerin tercümesiyle oluşmuş, okçulukla ilgili bir eserdir. Kitabu’l-Hayl: Atçılık ve veterinerlikle ilgili olan eserin, Farsçadan 14. yüzyılın sonlarında veya 15. yüz- yılın başlarında tercüme edildiği sanılmaktadır. Baytaratu’l-Vazıh: Memluk sultanının nedimi olan Tolu Beg adına 14. yüzyılın sonunda tercüme edildiği sa- nılan eser at ve veterinerlikle ilgilidir. Kitab fi’l-Fıkıh: Arapça bir fıkıh kitabından satır altı olarak tercüme edilen bu eserin tercüme edicisi, müs- tensihi, istinsah yeri ve tarihi bilinmemektedir Ermeni Harfli Kıpçakça Metinler Ermeni harfleriyle yazılmış bu eserlerin ortaya çıkışıyla ilgili olarak, temelde iki görüş vardır. Birinci görüşe göre, baskın nüfus olan ve Hıristiyanlığın Gregoryan mezhebini kabul eden Kıpçakların içinde yaşayan Ermeniler, zamanla kendi dillerini unutarak Kıpçakça konuşmaya ve yazmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda da adı geçen eserler yazılmıştır. İkinci görüş ise özetle şu şekildedir. Kıpçakların bir kısmı, Ermeniler aracılığıyla, Hristiyanlığın Gregoryan mezhebini kabul etmişlerdir. Gregoryan olan Kıpçaklar, dillerini de bu mezhebin resmi alfabesi olarak nitelenebilecek Ermeni alfabesiyle yazmaya başlamışlardır.

AÖF 3. SINIF 14-15 YÜZYILLAR TÜRK DİLİ 5. ÜNİTE

ÇAĞATAY TÜRKÇESİ: Çağatay Türkçesi, Kuzey-Doğu Türkçesinin ikinci dönemine verilen bir ad olup 15. yüzyıl başlarından 20. yüzyıla kadar Orta Asya'da kullanılmıştır. Karahanlı ve Harezm yazı dil¬lerinin devamı olarak özellikle Timurlular döneminde gelişen Çağatay Türk¬çesi Ali Şir Nevâyî döneminde klasik bir edebî dil durumuna gelmiştir. 15. yüzyılda Ali Şir Nevâyî döneminde klasik bir edebi dil durumuna gelen Çağa¬tay Türkçesi, etkisini yüzyıllarca devam ettirmiş ve Orta Asya Türk topluluklarınca hem edebiyat dili hem de diplomasi ve resmî yazı dili olarak 20. yüzyıla kadar kullanılmıştır. Özbekistan'da, şehirlerin diyalektlerine dayanan Özbek edebî dili 1921'de Çağatay Türkçe¬sinin yerini almıştır. ÇAĞATAY TÜRKÇESİNİN OLUŞUMU: Çağatay terimi, Cengiz Han'ın ikinci oğlu Çağatay'dan gelmektedir. Cengiz Han kurduğu büyük imparatorluğu ölümünden önce çocukları arasında paylaştırmıştı. Bu paylaşımdan Çağatay'a Doğu Türkistan'dan Maveraünnehir'e kadar olan bölge düş¬müştür. Onun adını taşıyan imparatorluk, Çağatay Han'ın ölümünden sonra büyük oğlu Hulâgû Han zamanında kurulmuş ve Duva Han'ın idaresi altında yeniden yapılandırılmıştır. Kazan Han'ın ölümünden sonra, Timur'un yönetimi altına girmiştir. Timur 1370 yılında Semerkant şehrini merkez yaparak Timurlular saltanatını kur¬muştur. Timur, vefat edince kurmuş Şahruh, Semerkant'ı ele geçirip Semerkant'ın yönetimini oğlu Uluğ Bey'e bıraktı ve kendisi de Herat'a döndü. Şahruh dönemimde Herat sanat ve edebiyat merkezi haline gel¬di. Hüseyin Baykara zamanında Çağatay hanlığı, Hüseyin Baykara ile çocukları arasında süren taht kav¬gaları yüzünden zayıfladı ve 1507 yılında Özbek hükümdarı Muhammet Şibanî, Çağatay hanlığına son verdi. Çağatay Türkçesi, Çağatayca ve Çağatay Edebiyatı gibi terimler bu alanın uzmanları ta¬rafından farklı şekillerde anlaşılıp açıklanmıştır. Çağatayca terimi Avrupa Türkolojisinde ilk defa H. Vambery tarafından kullanılmış ve bu terim daha sonra yaygınlık kazanmıştır. Bu terimi benimseyen araştırmacılardan bazıları Çağatayca ifadesini Doğu Türkçesi anla¬mında kullanmışlar ve 14. yüzyıldan başlayarak Özbek yazı dilinin oluşumuna kadar sü¬ren Orta Asya edebi dilini kastetmişlerdir. Rus bilim adamlarından Samoyloviç Çağatayca terimini 15.-20. yüzyıllar Orta Asya edebi Türk dili için kullanmış ve şu dönemlere ayırmıştır: 1. Karahanlı Türkçesi veya Kâşgar Türkçesi (11-12. Yüzyıllar) 2. Kıpçak-Oğuz Türkçesi (13-14. yüzyıllar); 3. Çağatayca (15-19. yüzyıllar); 4. Özbekçe (20. yüzyıl) (Eckmann 1988: XI) F. Köprülü Çağatayca'yı şu dönemlere ayırır: 1. Erken devir Çağataycası (13-14. yüzyıllar); Klasik öncesi Çağatayca (15. yüzyılın ilk yarısı); 2. Klasik Çağatayca (15. yüzyılın ikinci yarısı); 3. Klasik Çağatayca'nın devamı (16. yüzyıl); 4. Çöküş Devri (17-19. yüzyıllar) Sovyet Türkolojisinde Çağatay Türkçesi için Eski Özbekçe terimi kullanılmıştır. A. M. Şerbak "Eski Özbek" dilini şu dönem¬lere ayırmıştır: 1. İlk Devir (10-13. yüzyıllar): Moğol istilasına kadar olan dönemdir. 2. İkinci Devir (14-17. yüzyıllar): Suni dil. "Çağatayca" bu devirdir. 3. Üçüncü Devir (17-18. yüzyıllar): Mahalli dil unsurlarının edebî dile girer . Çağatay Türkçesi dediğimiz edebî dili kullanan şair ve yazarlar kendi dönemlerinin dili için Türk¬çe, Türk tili, Türkî terimlerini kullanmışlardır. Eserlerinde Türk¬çe, Türk tili, Türkî terimlerini kullanan Nevâyî, kendi zamanının edebî dilini adlandırmak için birkaç defa Çagatay lafzı terimini kullanmıştır. Orta Asya'da kullanılan dilin adının Türkçedir, ancak edebî dili ifade etmek üzere Çağatay Türkçesi teriminin kullanılır ve bu edebî bütün doğu ve ku¬zey Türklüğünün "ortak edebî dil"idir. Çağatay Türkçesinin en büyük uzmanlarından biri olan Janos Eckmann'ın Çağatayca'nın dönemleriyle ilgili yapmış olduğu sınıflandırma kabul görmüştür. J. Eckmann, Orta Asya edebî Türk dilini şöyle sınıflandırır: 1. Karahanlıca veya Hakaniye Türkçesi (11-13. yüzyıllar); 2. Harezm Türkçesi (14. yüzyıl); 3. Çağatayca (15. yüzyıl - 20. yüzyılın başlangıcı) J. Eckmann Çağatayca'yı da kendi içinde üç döneme ayırır: a. Klasik Öncesi Devir (15. yüzyılın başlarından Nevâyî'nin 1465'te ilk divanını terti¬bine kadar); b. Klasik Devir (1465 - 1600); Nevayi dönemi c. Klasik Sonrası Devir (1600 - 1921).Özbek unsurlarının tesiri olduğu dönem ÇAĞATAY TÜRKÇESİNİN DÖNEMLERİ VE ESERLERİ Klasik Öncesi Dönem (15. Yüzyılın İlk Yarısı): 15. yüzyılın başlarından başlayıp Ali Şir Nevâyî'nin ilk divanını yazdığı 1465 yılına kadar süren dönemdir. Bu dönem, Harezm Türkçesi ile Klasik Çağatay Türkçesi arasında geçiş dönemidir. Bu dönem şair ve yazarlarının eserlerinde, bir yandan eski dil bilgisi özellikle¬ri devam ederken bir yandan da Klasik Çağatay Türkçesi eserlerinde yaygın olarak göre¬ceğimiz dil bilgisi özellikleri görülmeye başlar. Belli başlı temsilcileri şunlardır: Sekkâkî, Lutfî, Haydar Tilbe, Yusuf Emîrî, Seydî Ahmet Mirzâ, Gedâyî, Atâyî, Ahmedî, Yakînî. Sekkâkî: Timurlu hükümdarlarından Halil Sultan ile Uluğ Bey'in saray şairi olarak Semerkant'ta yaşamış ve bu hükümdarlara kasideler yazmıştır. Sekkâkî'nin günümüze ulaşan tek eseri olan Divan'ının iki nüshası vardır. Nüs¬halardan biri Londra Biritish Museum'da, diğeri ise Özbekistan Fenler Akademisinde ka¬yıtlıdır. Şiirlerinde aliterasyona, halk dilinden alı¬nan deyimlere ve atasözlerine rastlanır. Lutfî: Klasik öncesi dönemin en önemli şairidir. Çağatay edebiya¬tının gelişmesinde çok önemli rol oynayarak hem çağdaşlarına hem de kendisinden son¬ra Çağatay edebiyatını zirveye ulaştıracak olan Ali Şir Nevâyî'ye etkide bulunmuş önem¬li bir şairdir. Lutfî, eserlerinde Türkçeyi ustalıkla kullanarak gazel, kaside ve tuyuğ gibi nazım şekillerinde oldukça başarılı olmuştur. Lutfî'nin günümüze kadar ulaşan eserleri Divanı ve Gül ü Nevrûz adlı mesnevisidir. Divanda yer şiirlerin çoğu gazel ve tuyuğ türündedir. Lutfî, bu mesnevisinde Çağatay Türkçesini ustalıkla kullanmış ve eserine adeta telif özelliği kazandırmıştır. Haydar Tilbe: Klasik Öncesi Çağatayca'nın önemli şairlerinden biri olan Haydar Tilbe 14. yüzyılın ikin¬ci yarısı ile 15. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ve Türkîgûy (Türkçe söyleyen) lakabıyla ta¬nınmıştır. Haydar Tilbe'nin günümüze kadar ulaşan tek eseri, Genceli Nizâmî'nin aynı adlı mes¬nevisine nazire olarak yazdığı MahzenÜl-esrâr adlı mesnevidir. Eser Timur'un torunların¬dan İskender Mirza'ya sunulmuştur. Yusuf Emîrî: Şiirlerinde Emîr ve Emîrî mahlaslarını kul¬lanmıştır. Yusuf Emîrî'nin günümüze kadar ulaşan üç önemli eseri vardır. Bunlar Divan, Dehnâme ve Beng ü Çagır adlı eserlerdir. Emîrî'nin Divanında Türkçe şiirlerin yanında Farsça şiir¬ler de bulunmaktadır. Dehnâme adlı mesnevisini Baysungur Mirza'ya ithaf etmiştir. Eserin bilinen tek nüshası Londra British Museum'da bulunmaktadır. Beng ü Çagır ise şiir ve düz yazıyla karışık olarak münazara şeklinde yazılmış bir eserdir. Eserde beng (afyon) ile çagır (şarap) karşılaştırıl¬maktadır. Yusuf Emîrî, bengi yani afyonu bir bitkiden elde edilmesi dolayısıyla yeşiller giy¬miş uyuşuk bir derviş şeklinde, çagırı yani şarabı ise renginin kırmızı olması dolayısıyla kırmızı giysiler içerisinde, atılgan, heyecanlı, öfkeli ve hareketli bir genç olarak tanıtmıştır. Bu bakımdan eser alegoriktir. Seydî Ahmet Mirzâ: Türkçe ve Farsça divanı vardır. Ayrıca mesnevi tarzın¬da Letâfet-nâmesi vardır.Seydî Ahmet Mirzâ'nın elimizde bulunan tek eseri Ta'aşşuk-nâme'sidir. Şair bu ese¬ri Şahruh'a sunmuştur. Nevâyî'nin Letâfet-nâme diye belirttiği eser bu olmalıdır. Çünkü Seydî Ahmet Mirzâ'dan önce Türkistanlı şairler bu tarzda birçok nâme yazmışlardır. Örneğin Harezmî'nin Muhabbet-nâme'si, Yusuf Emîrî'nin Dehnâme'si, Hocendî'nin Letâfet-nâmesi bu tarzda yazılmış eserlerdir. Taaşşuk-nâme de Hocendî'nin Letâfet-nâmesi ve Yusuf Emîrî'nin Dehnâmesi tarzında yazılmış olup münacat, na't, İslâm padişahının övgüsü ve telif sebebi bölümlerinden sonra on aşk mektubundan oluşmak¬tadır. Eserin bilinen tek yazma nüshası Londra, British Museum'da bulunmaktadır. Gedâyî: Klasik öncesi döne¬me ait pek çok şairde olduğu gibi Gedâyî ile ilgili bilgileri Ali Şir Nevâyî'nin eserlerinden öğrenmekteyiz. Elimizde yalnızca Divan'ı bulunan şairin dili oldukça sadedir ve bazen Oğuz Türkçesi özel¬likleri taşımaktadır. Divanı¬nın günümüze ulaşan tek nüshası Paris, Bibliotheque Nationale'dedir. Atâyî: Atâyî'nin günümüze kadar ulaşan tek eseri Divanıdır. Divan, gazellerden ibaret olup gazellerin toplam sayısı 260'tır. Bu divanda yer alan 17 gazel Samoyloviç tarafından yayımlanmıştır. Kemal Eraslan, bunları Türkçeye aktarmıştır. Ahmedî: Çeşitli telli sazlar ara¬sında geçen bir atışmayı konu edinen, hacim bakımından küçük, edebi değeri büyük olan bir mesnevisi vardır. Ahmedî eserine herhangi bir ad vermemiştir. Ancak içeriğine baka¬rak "Telli Sazlar Münazarası" adı verilebilir. Konusu; tanbur, ud, çeng, kopuz, yatuğan, rebap, gıçek ve kingire'den oluşan sekiz telli sazın bir meyhanede birbiriyle atışmalarıdır. Sembolik bir eser olan mesnevi dönemin musikî kültürü hakkında bilgi vermektedir. Tek nüshası Londra, British Museum'da bulunan bu eser Kemal Eraslan tarafından yayımlan¬mıştır: Yakînî: Bugün elimizde bulunan tek eseri Ok Yaynıng Münazarası adlı mensur eseridir. Eser okçulukla ilgilidir ve o dönemdeki aris¬tokrat zümre arasındaki okçuluk merakını göstermektedir. Tek yazma nüshası Londra, British Museum'dadır. Bu önemli eser Fahir İz tarafından İngilizce tercümesiyle yayımlanmıştır. 15. yüzyılın başlarından itibaren Herat, Semerkant, Horasan ve Maveraünnehir gibi bölgelerde gelişen Çağatay Türkçesi, klasik Çağatayca'nın hazırlık dönemidir. Bu dönem¬de eser veren şair ve yazarlar İran edebiyatından etkilenmişlerdir. Bu yüzden bu dönem şair ve yazarlarının eserlerinde Arap ve Fars unsurları artmaya başlamıştır. Ayrıca, bu dö¬nemde henüz ölçünlü bir yazı dilinin yerleşmemiş olması dolayısıyla bu dönem eserleri¬nin dilinde yerel ağız özellikleri ve farklılıklar görülmektedir. Özellikle çoğu eserde Oğuz¬ca özellikler karşımıza çıkmaktadır. Eserleri hakkında bilgi verdiğimiz Klasik öncesi Ça¬ğatay dönemi şair ve yazarları genellikle gazel ve kaside türlerini kullanmışlardır. Bu iki türün dışında mesnevi konularına özellikle de münazara türüne yer vermişlerdir. Klasik Çağatay Türkçesi Dönemi (15. Yüzyılın İkinci Yarısı) Bu dönemde Herat, siyasî merkez olmanın yanı sıra dönemin kültür ve sanat merke¬zi haline de gelmiştir. Ali Şir Nevâyî ve Hüseyin Baykara'nın sanatsal faaliyetleri sonucunda bu dönem "Nevâyî - Baykara" dönemi diye de bilinir. Klasik Çağatayca döneminin şair ve yazarları şunlardır: Hüse¬yin Baykara, Ali Şir Nevâyî, Hâmidî, Şiban Han, Muhammed Salih, Ubeydî, Babür. Hüseyin Baykara: Kendisi de bir şair olan ve şiirlerinde Hüseynî mahlasını kullanan Baykara, Câmî ve Nevâyî gibi dönemin büyük şair ve sanatçılarını sarayında bulundurmuş ve onlara itibar göstermiştir. Ali Şir Nevâyfnin o mükemmel eserlerini edebiyatımıza kazandırmasında Hüseyin Baykara'nın rolü yadsınamaz. Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevâyîden sonra klasik Çağatay şiirinin en değerli ve lirik şairidir. Hüseyin Baykara'nın divanı ve otobiyografi tarzında kaleme aldığı küçük bir risale¬si bulunmaktadır. Pek çok yazma nüshaları bulunan divanında yer alan şiirlerin çoğu ga¬zel tarzında yazılmış, aşktan ve yaşadığı hayattan bahseden şiirlerdir. Ali Şir Nevâyî: Çağatay Türkçesinin klasik bir duruma gelmesini sağlayan Ali Şir Nevâyî, Uygur Türklerindendir. Ali Şir Nevâyî, küçük yaşından beri Mirza Baykara'nın torunu Hüseyin Baykara ile birlikte büyümüş ve öğrenim görmüş¬tü. Hüseyin Baykara Horasan'ı ele geçirip Timurlular tahtına oturunca Ali Şir Nevâyî de Herat'a dönüp Baykara'nın hizmetine girmiş ve onun "Mühürdâr"ı olmuş¬tur. Bu görevinin yanında Hüseyin Baykara'nın yakın arkadaşı ve her bakımdan onun des-tekçisidir. Ali Şir Nevâyî, Fars edebiyatının zirve şahsiyetlerinden olan Abdurrah¬man Câmî ile bu kültür ortamında bir arada bulunmuş ve ondan etkilenmiştir. Çocukluğundan itibaren kendi diline karşı büyük bir ilgi duyan Nevâyî, Türkçenin Fars-çadan geri kalmadığını eserleriyle kanıtlamaya çalışmıştır. Bu amaçla divan, mesnevi, ta¬rih, tezkire gibi türlerde, musiki, aruz, dil gibi konularda, kısacası klasik nazım ve nesrin her türünde ve her şeklinde otuza yakın eser vermiştir. Farsçanın resmî dil olarak hüküm sürdüğü, Fars edebiyatının Câmî ile doruk noktasına ulaştığı ve o dönem aydınlarının Farsça öğrenip bu dille eser verme¬yi meziyet saydıkları bir dönemde, Nevâyî Türkçenin Farsçadan aşağı bir dil olmadığını savunmuştur. Türkçeyle de yüksek bir edebiyat meydana getirmenin mümkün olduğunu eserleriyle ispat etmiş ve gençlerin Türkçe yazmalarını teşvik etmiştir. Ali Şir Nevâyî'nin bu hizmetleri sonucunda 15. yüzyılda Çağatay Türkçesi bir edebî dil durumuna gelmiştir. Çağatay Türkçesinin gelişimine yaptığı katkı¬lardan dolayı Ali Şir Nevâyî haklı bir ün kazanmış ve Çağatayca'nın Nevâyî dili olarak da anılmasına sebep olmuştur. Hatta 16. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesini ve Nevâyî'nin eserle¬rini anlamak amacıyla Türkistan, Hindistan, İran, Azerbaycan ve Anadolu'da birçok söz¬lük yazılmıştır. Örneğin 16. yüzyılın başlarında Anadolu sahasında yazılmış olan ve Abuşka Lügati diye tanınan sözlüğün bir diğer adı da Lügat-i Nevaî'dir. Ali Şir Nevâyî'nin şöhreti Orta Asya sınırlarını aşarak Anadolu'ya kadar uzanmış, eserleri Azerî ve Anadolu sahalarında da okunmuştur. Osmanlı şairleri de onu üstat ola¬rak değerlendirmiş ve birçok Osmanlı şairi Çağatayca şiirler yazmaya başlamışlardır. Hatta bazı Osmanlı şairleri Nevâyî'ye Çağatayca nazireler yazmışlardır. Ali Şir Nevâyî'nin şöhreti onu bir halk kahramanı durumuna da getirmiş, onun haya¬tı ve başından geçen olaylar geniş yankı bulmuş ve halk arasında Nevâyî ile ilgili anlatma¬ların oluşmasına sebep olmuştur. Ali Şir Nevâyî çeşitli tür ve konularda 29 eser yazmıştır. Eserlerinin bazıları yalnız Çağatay edebiyatı için değil bütün Türk edebiyatı için de ilk olma özelliğini kazanmıştır. Eserleri şunlardır: I. Divanlar (Hazâinü'l-me'ânî) "mana hazineleri" 1.Garâibü's-sıgar "çocukluk döneminin gariplikleri" 2.Nevâdirü'ş-şebâb “gençlik döneminin nâdireleri" 3.Bedâyiü'l-vasat “orta yaşlılığın güzellikleri", 4. Fevâyidü'l-kiber "yaşlılığın faydaları" 5.Farsça Divanı Hamse Hayretü'l-ebrâr/ Ferhâd ü Şîrîn/ Leylî vü Mecnûn/ Seb'a-i seyyâre/ Sedd-i İskenderî Tezkireler: Mecâlisü'n-nefâis/… Dil ve edebiyat eserleri: Mîzânü'l-evzân/Muhâkemetü'l-lugateyn/ … Mecâlisü'n-nefâis adlı eseri Türk edebiyatının ilk Türkçe şairler tezkiresi olması bakımından çok önemli bir yere sahiptir. Ali Şir Nevâyî'nin Türk dili tarihi açısından en önemli eseri Farsça ile Türkçeyi kar¬şılaştırdığı ve Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu kanıtlamaya çalıştığı Muhâkemetü'l-lugateyn adlı eseridir. Hâmidî: Farsçadan çevirdiği Yusuf ve Züleyhâ mesnevisini Hüseyin Baykara'ya sunmuştur. Hâmidî'nin Yusuf ve Züleyhâ mesnevisinin bir çok yazma nüshaları vardır . Klasik Çağatayca dönemi Şiban Han, Muhammed Salih, Ubeydî, Babür gibi şair ve ya¬zarların eserleriyle Hüseyin Baykara devrinden sonra da devam etmiştir. Özellikle Babür, klasik dönemin nesir alanındaki en büyük temsilcisi olmuştur.

14-15 YÜZYILLAR TÜRK DİLİ 3. ÜNİTE

ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİNİN OLUŞUMU, GELİŞİMİ, ESERLERİ, YAZIM ÖZELLİKLERİ Eski Anadolu Türkçesinin Oluşumu Eski Anadolu Türkçesi (Eski Oğuzca) X. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan batıya göç eden Oğuzların, XIII. yüzyıldan itibaren kendi lehçelerine dayalı olarak Anadolu ve civarında kurup geliştirdikleri edebi yazı diline Eski Anadolu Türkçesi (=EAT) denilmektedir. XV. yüzyılın ikinci yarısına kadarki metinlerin dili bu şekilde adlandırılır. Bu terim yerine daha önceleri “Eski Osmanlıca” da kullanılmaktaydı. Daha sonraları, Türkiye Türkçesinin tarihi şeklini temsil ettiğinden dolayı, “Eski Türkiye Türkçesi” denilmeye başlandı. Son yıllarda ise “Eski Oğuzca” terimi önerilmektedir. Oğuzlar XI. yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzlar, bugünkü Türkiye, Rumeli, Azerbaycan, Gagavuz, Türkmenistan, İran, Irak, Suriye Türklerinin atalarıdır. Geçmişte çeşitli siyasi birlikler kuran Oğuzların en önemli devletleri Selçuklu ve Osmanlı devletleri olmuştur. Bu Türk boyunun üzerine F. Sümer çok kapsamlı bir eser yayımlamıştır Köktürk yazıtlarında “Oguz” adı, Bilge Kağan’ın ağzından zikredilmektedir. Bu yazıtlarda pek çok Türk boyunun adı kaydedilmiş olsa da (Uygur, Kırgız, Tarduş, Tölis vb.), Oğuzlar özellikli bir yer tutar. Bilge Kağan, “Oguz” adını “Türk” adı ile birlikte anar: “Türük Oguz begleri, bodun, eşidiŋ! (Türk, Oğuz beyleri, dinleyin!)” X. yüzyılın başlarında Oğuzlar, Hazar Denizi’nden Sirderya’nın orta yatağındaki Farap ve İsficap yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. Bu dönemde, merkeziYenikent olan bir yabgu devletine de sahip olmuşlardı. **1071 Malazgirt savaşıyla da, Anadolu’nun kapıları Oğuzlara tamamen açılmış oldu. XIII. yüzyıldan itibaren başta Moğol istilası olmak üzere değişik başka etkenler de Anadolu’ya doğru nüfus hareketlerini artırdı. Bu son dalgalarla birlikte Anadolu tamamen bir Oğuz yurdu haline geldi. Oğuzcanın Tarihî Gelişimi IX. ve X. yüzyıllardaki Oğuzca hakkında pek bir şey bilmiyorsak da, XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divanu Lugati’t-Türk adlı kitapta bu lehçeye ait bilgileri buluyoruz. Kaşgarlı Mahmut Divanu Lugati’t-Türk’te kendi dönemindeki lehçelerin özelliklerini verirken Oğuzcaya çok fazla yer ayırmıştır. Cağataycadaki Oğuzca unsurlar üzerine Günay Karaağac (Karaağac 1997) ve Zeki Kaymaz(Kaymaz , Harezm Türkçesindekiler üzerine Gürer Gülsevin (Gulsevin 2003) calışmıştır Oğuzca kendi özelliklerine dayanarak Anadolu’da yazı dili haline gelmiştir. Bu süreç şu ana dönemlerden oluşmaktadır: 1. Eski Anadolu Türkçesi (ve ağızları) 2. Osmanlı Türkçesi (ve ağızları) 3. Türkiye Türkçesi (ve ağızları) Anadolu’da Oğuzcanın Yazı Dili Olma Süreci Oğuzlar, kendilerine özgü lehçeleri olmasına rağmen, edebi dil olarak yüzlerce yıl Orta Asya’daki ortak edebi yazı dilini kullandılar. Fakat geniş topluluklar halinde batıya göç ettiklerinde, geride bıraktıkları coğrafyadan hem mesafe hem de siyasi ve kültürel bakımdan uzaklaştılar. Büyük Selçuklular döneminde resmi ve edebi yazı dilinde Türkçeden başka diller tercih edilmesinin çok değişik sebepleri olabilir. Ancak Oğuzlar Anadolu’ya gelip bu toprakları Türkleştirmeye başladıklarında, Orta Asya’dan çok uzaktaki bu bölgelerde kendi lehçeleri ile de yazmaya başladılar. Daha sonra Türkolojide “karışık dilli eserler” ya da “olga-bolga sorunu” diye adlandırılan o dönemin eserleri, Oğuzların yeni yurtlarında kendi lehçelerine dayalı bir edebi dil geliştirirken verdiği ilk ürünler olmalıdır Anadolu Selçukluları Dönemi (İlk Eserler veya Karışık Dilli Eserler Dönemi) Anadolu’ya gelmeden önce kendi lehçelerini konuşuyor olsalar bile yazı dili olarak Orta Asya’daki ortak edebi dili kullanan Oğuzlar, yerleştikleri yeni coğrafyada kendi yazı dillerini oluştururken çeşitli aşamalar yaşamışlardır. Bunlardan birincisi, bize ulaşan en eski eserlerdeki dilde görülen ikili kullanımlardır.Behcetu’l-Hadaik fi Mev’izetu’l-Halaik, Ali’nin Kıssa-i Yusuf ’u, Kuduri Tercumesi, Kitab-ı Feraiz gibi eserler bunlardandır. Bu eserlerin dilinin özelliği, Orta Asya edebi dilinde olmayan pek çok Oğuzca özelliğin yazılı eserlerde kullanılmış olmasıdır. Yani, Oğuzlar kendi lehçeleri ile eserler üretmişlerdir. Ancak, o eserlerde, Anadolu Oğuzcasında daha sonra hiç görülmeyen ve Orta Asya Türk lehçelerinin karakteristiği olan bazı özellikler de görülmektedir. Sonraları bu sahada görülmeyen ve Orta Asya lehçelerini temsil eden bu özelliklerden bazıları şunlardır: 1. Kelime başında, tıpkı Orta Asya’daki lehçeler gibi /m-/ ünsüzlü örnekler de vardır: men ‘ben’, meŋiz ‘beniz’, munca ‘bunca’, vb. 2. Oğuzcada kelime başında /v-/ ile görülen bazı kelimeler Orta Asya’daki gibi /b-/’li şekillerde de kaydedilmiştir: bar ‘var’, bar- ‘varmak’, bir- ‘vermek’ 3. Oğuzcada başındaki /b-/ sesi duşmuş olan fiil Orta Asya’daki gibi de kullanılmıştır: bol- ‘olmak’ 4. Eklerin başındaki /G/ sesi pek çok örnekte Orta Asya lehçelerindeki gibi muhafaza edilmiştir: yalgan ‘yalan’ 5. Yükleme hali eki bazı örneklerde +nI şeklinde de geçmiştir: canumnı, bizni Anadolu Beylikleri Dönemi (Oğuzca Özelliklerin Tamamen Hâkim Olduğu Yazılı Eserler Dönemi) Bazı karışık dilli özellikler barındıran ilk dönemin hemen ardından sadece Anadolu Oğuzcasını temsil eden birçok eser yazıldı. XIV. yüzyıl, yani Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine Beylikler Dönemi’nin başladığı bu süreçte üretilen eserler her ne kadar tamamen Oğuzca olsa da, tek bir yazı dili görünümü vermiyordu. O dönemde bütün Anadolu’da Oğuzların tek bir siyasi birlik çatısında olmamaları, farklı Beylik idareleri altında olduğu düşünülünce, farklı Oğuz ağızlarıyla yazılı metinler oluşturulmuş olması da mantıklı görülmektedir. XIII. yüzyılın sonlarına doğru Moğol baskısı zayıflamıştı. Moğollara karşı uç kuvvetleri tarzında yerleştirilen Oğuz-Türkmen beyleri merkezi otoriteyle ilişkilerini azaltmaya ve kendi adlarına bağımsız beylikler kurmaya başladılar. Anadolu Selçuklu Devleti’nin son sultanı II. Gıyaseddin Mesut’un 1308’de ölümüyle birlikte de o devlet ortadan kalktı. v (ÖNEMLİ) Anadolu Türk Beylikleri dönemi XIII. yüzyılda Karamanoğulları’nın çıkışıyla başlayıp XVII. yüzyılda Ramazaoğulları’nın Osmanlı Devleti tarafından ilhak edilmesine kadar sürmüştür. Anadolu Selçukluları döneminde yazılan eserler hem az hem de nispeten basit içerikli idiler. Beylikler döneminde ise beylerin Türkçeye karşı duyarlı ve bilinçli tutumları sonucunda yepyeni bir sürece girildi. Yıkılmış olan Selçuklu Devleti’nin mirasını üstlenmek isteyen beyler kendi etki alanlarını birer kültür ve sanat ortamı haline getirmeye çalışıyorlardı. Bunların sonucu olarak da hemen her konuda (din, tıp, avcılık, edebiyat, rüya tabirleri vs.) çok sayıda eser üretildi. Geniş bir coğrafyada ortak bir siyasi otorite olmadığından dolayı, yazar¬ların kendi ağız özellikleri veya yaşadıkları kültür ortamının dili eserlere yansıyordu. Bazı metinlerin kendi içinde bile aynı ses, aynı ek ya da aynı kelime için farklı tercihlerle karşıla-şılabilmektedir (yılan/ılan-ilan, tag/dag, yoísa/yoħsa, severin/severem, vb). Hayati Develi, metinlerin dil özelliklerine bakarak Eski Anadolu Türkçesi döneminde en az 3 ana ağız grubu bulunması gerektiğini düşünmüştür: 1. Ağız Grubu: Kelime içinde ve sonunda –i- / -i; büyük unlu uyumunun yaygınlığı; birinci kişi zamiri “ben”; benzetme edatı “gibi”; 2. Ağuz Grubu: Kelime içinde ve sonunda ħ değişmesi; büyük unlu uyumunda bozulmalar; birinci kişi zamiri “ben”; benzetme edatı “bigi” 3. Ağız Grubu: Kelime başında ħ değişmesi, büyük unlu uyumunda bozulmalar; birinci kişi zamiri “men” benzetme edatları olarak “kimi” ve “tek Eski Anadolu Türkçesinin Yazarları ve Eserleri Eski Anadolu Türkçesi, Orta Türkçe döneminin en zengin eserler üretilen sahasıdır. Her gecen gün yeni eserler veya eskiden bilinen eserlerin yeni nüshalarına ulaşılmaktadır. Behcetü’l-Hadayık Fi-Mev’izetü’l-Hakayık 1-Anadolu Selçukluları döneminden kalan en eski eserlerdendir. 2-Arapça ve Farsça çeşitli vaaz kitaplarından yararlanılarak Nasıruddin b. Ahmed b. Muhammedtarafından telif edilmiştir. 3-Yazılış yeri ve tarihi kesin olarak belli olmamakla birlikte, yapılan incelemeler XII. yüzyılın sonu ile XIII. yüzyılın başında Anadolu’da yazılmış olabileceğini göstermektedir. 4-Hem Anadolu Oğuzcasında standartlaşacak özellikler hem de o coğrafyaya gelmeden önce yaşanılan Harezm ve Horasan yöresindeki Oğuzların ağız özellikleri bir arada kullanılmıştır 5-Türk dili tarihi acısından son derece önemli bir metindir. Mevlana Celaleddin Rumi Bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan’ın Belh şehrinde doğmuştur.Hayatını“hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlana 1273'te vefat etti. Eserleri: Mevlana eserlerini (kendi döneminin edebi geleneğine uygun olarak) Farsça yazmıştır. Ancak eserlerinin içinde bazı Türkçe beyit ve ibareteler geçmektedir. Bu Türkçe beyit ve ibareler araştırmacılar tarafından bir araya toplanmış ve yayınlanmıştır. Dîvân-ı Kebîr: Tasavvufi şiirleri konu alan divanıdır. Farsçadır. İçinde, kasideler, gazeller ve diğer türde şiirler vardır Mesnevî: Mevlana’nın en meşhur eseridir. Farsçadır. 25618 beyitlik bu eser İslam dünyasında yüzyıllardır okuna gelmiştir. Fîhi Mâfîh: Mevlana’nın tasavvuf muhtevalı, dini öğütler veren sohbetlerinin not edilmesiyle oluşturulmuştur. Mektubât: Mevlana’nın sonrada bir araya getirilen mektuplarıdır. Mecâlis-i Seb’a: Mevlana’nın yedi vaazını toplayan kitaptır. Türkçe beyit ve ibareleri: Muhtelif eserlerinin içinde gecen ve araştırmacılar tarafından bir araya getirilmiş manzumelerdir. Sultan Veled Mevlana’nın büyük oğlu olan Sultan Veled 1226’da Karaman’da doğdu. Mevlana’nın tasavvufla ilgili görüşlerini bir sistem halinde birleştirip Mevleviliğe bir tarikat olarak gerçek biçimini kazandıran Sultan Veled’dir. İlk Mevlevi dergahının kurucusu olarak bilinir. Sultan Veled’in şiirleri aynı zamanda Eski Anadolu Türkçesinin bilinen ilk örneklerindendir. Sultan Veled de dönemin edebi geleneğine uyarak eserlerinin çoğunu Farsça yazmıştır. Türkçe eserleri sayıca daha azdır. Eserleri: İbtidâ-Nâme: Sultan Veled’in yazdığı ilk mesnevidir. Veled-name adıyla da tanınan eser, 1291 yılında yazılmış olup içinde 76 Türkçe beyit bulunmaktadır. Sultan Veled’in kendisi hakkında da eserde bilgi bulunmaktadır. Rebâb-Nâme: Sultan Veled’in yazılış sırasına göre ikinci mesnevisi Rebab-name’dir. Mevlana’nın Mesnevi’sin vezninde ve onun etkisi altında kalınarak yazılmış olan bu kısa mesnevide 162 Türkçe beyit bulunmaktadır . İntihâ-Nâme: Sultan Veled’in son mesnevisidir. İşlenen konular bakımından bir önceki mesneviye benzer. Ancak, bu eserin tamamı Farsçadır. Divan: Değişik nazım şekilleri ile yazılmış dini-tasavvufi ve ahlaki şiirler yer alır. Hacimli bir eser olan Divan’ın gazeller bölümünde Türkçe-Farsça-Rumca yazılmış mülemma manzumeler de bulunmaktadır Ma ‘Arif: Sultan Veled’in dini, ahlaki öğütler veren son eseri Ma ‘arif ise mensur olarak yazılmıştır. Bu eser de Farsçadır. Hoca Ahmed Fakih Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’den fıkıh dersleri aldığı ve o yüzden “fakih” diye anıldığı bilinmektedir. Eserleri: Çarh-nâme: 100 beyitlik bir manzumedir. Kaside şeklindedir. Din ve tasavvuf konularında yazılmış öğretici mahiyette bir eserdir. Kitâbu Evsâf-ı Mesâcidi’ş-Şerîfe: Çarh-name’den daha hacimli 339 beyitlik bir manzumedir.Mesnevi tarzında yazılmıştır. Eserde Şam, Kudüs, Mekke ve Medine şehirleri ve orada gördükleri anlatılmıştır. 13. yüzyıl Türkçesinin nadir örneklerinden olmasından dolayı dil tarihinde önemli bir yeri vardır. Yunus Emre Taptuk Emre’nin dergâhına kapılanmış, orada tasavvuf terbiyesinden geçmiştir. Yunus, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiştir. Kullandığı Türkçe, işlediği temalar, şiirindeki sadelik ve yalınlık, onun ne denli büyük bir şair olduğunu ispat etmeye yeter. Bazı şiirlerinde aruzu da deneyen Yunus, asıl şiir kabiliyetini heceyle yazdığı ilahi, nefes ve semai türü şiirlerinde ortaya koymuştur. Şiirleri birçok araştırmacı tarafından derlenip toplanmış ve yayınlanmıştır. Eserleri: Divan: Yunus’a isnat edilen şiirlerin sayısı çok fazla da olsa Divan’ında 400 şiir bulunmaktadır. İçindeki şiirlerin bir kısmı aruz bir kısmı da hece ile söylenmiştir. Divan’da ilahilerin çoğu dörtlükler şeklinde söylenmiş olmakla birlikte, gazel ve mesnevi türünde şiirleri de vardır. Risaletü’n-Nushiyye: 1307-8 yılında yazılmıştır. Başında 13 beyitlik bir giriş bolumu vardır. Bunun arkasından kısa bir mensur bolum gelir. Asıl bölüm ise 600 beyite yakındır. Dini-tasavvufi öğretici bir eser olduğundan dolayı Yunus Emre’nin diğer şiirlerinde görülen lirizm bunda yoktur. Şeyyad Hamza Anadolu’yu dolaşarak halka dini-tasavvufi şiirler söyleyen gezici bir derviş olduğu sanılmaktadır. Eserleri: Yûsuf u Zelihâ: Kaynağını Tevrat’tan alarak değişik bicimlerde hikaye edilen Yusuf ile Züleyha manzumemeleri, İslami dönemde de Kuran-ı Kerim’deki şeklinden beslenerek pek çok esere konu olmuştur. İslami dönemde bildiğimiz en eski Yusuf u Züleyha Ali’nin Kıssa-i Yusuf ’udur. O eserin yazılış sahası tam olarak belirlenememektedir. Anadolu sahasında yazıldığı bilinen en eski Yusuf u Züleyha hikayesi Şeyyad Hamza’nın yazmış olduğu eserdir. 1529 beyitlik bir mesnevi olarak kaleme alınmıştır. Şiirleri: Hem aruzla hem de hece vezniyle yazdığı manzumeleri vardır. Manzumelerinde dörtlük, mesnevi, gazel, kaside olmak üzere değişik nazım şekillerini kullanmıştır. Dâstân-ı Sultân Mahmûd: 79 beyitlik mesnevidir. Düşünce ve ifadesindeki olgunluk, şairin olgunluk dönemine ait olması gerektiğini göstermektedir. Hoca Dehhani Hoca Dehhani’yi de bilim dünyasına tanıtan Fuad Köprülü olmuştur. Aslen Horasanlı bir Türk olan Hoca Dehhani, Anadolu klasik Türk şiirinin ilk büyük ustalarındandır. Dini ve tasavvufi konulu şiirlerinde temiz ve duru bir uslup sezilir. II. Alaaddin Keykubad zamanında Anadolu’da bulunmuş ve hükümdar adına 20.000 beyitlik birSelcuk Şeh-namesi yazdığı bilinse de o eser henüz bulunamamıştır. Eserleri: Şiirleri: Günümüzde sadece 10 kadar şiiri bulunabilmiştir. + Âşık Paşa Asıl adı Alaeddin Ali’dir. Şiirlerinde “Aşık” mahlasını kullandığı için asıl adı unutularak “Aşık Paşa” adı ile meşhur olmuştur. Ahilik örgütünün büyük bir saygıyla bağlandığı “mürşid”i olmuş, çevresinde toplanan Oğuz boylarına dostluk ve kardeşlik ilkelerini aşılamış, onlara Türkçe seslenmiş, eserlerini arı Türkçe ile yazmıştır. Çevresinde yalnız Türkçe ile konuşup eserlerini Türkçe yazmakla kalmamış, aynı zamanda, o güne kadar moda olan Arapça ve Farsçaya karşı Türk dilinin güçlü bir savunucusu da olmuştur. Eserleri: Garîb-nâme: 1330 yılında yazılmıştır. 12.000 beyitlik bir mesnevidir. Dini ve tasavvufi öğütler bulunan 10 baba ayrılmış bir ahlak kitabıdır. Şair eserinde, devrin aydınlarının Türk diline gereken önemi vermediklerinden yakınır. Milli dil ile bir edebiyat meydana getirmek isteyen Anadolu şairleri arasında çok önemli bir yeri vardır. Fakr-nâme: 160 beyitlik mesnevi türünde bir eserdir. Dini ve tasavvufi içerikli öğretici bir eserdir. Vasf-ı Hâl: 31 beyitlik küçük bir mesnevidir. Hikâye: 59 beyitlik bir mesnevidir. Kimyâ Risâlesi: Bu eserin Âşık Paşa ait olup olmadığı kesin değildir. Risâle fî Beyâni’s-Semâ: Sadece “Osmanlı Müellifleri” adlı kitapta adı gecen bu eserin de Aşık Paşa ait olduğu şüphelidir. Şiirleri: Âşık Paşa’nın bunların dışında çeşitli mecmualarda aruz ve hece ölçüsüyle yazılmış 60 kadar şiiri daha vardır. Gülşehri Mahlası olan Gulşehri ise o dönemde Kırşehir’e “Gül Şehri” denilmiş olmasıyla ilgilidir. İslami bilimler, matematik, mantık ve felsefe konularında iyi yetişmiştir. Arapça ve Farsça öğrenmiş ama genellikle Türkçe yazmıştır. Hatta Türkçe kullanmaya duyarlılığı ile bu konuda önemli bir mücadele de vermiştir. Eserleri: Felek-nâme: Dini içerikli, Farsça yazılmış bir mesnevidir. Kerâmât-ı Ahî Evrân: Daha önce Felekname adlı kitabında işlediği bazı konuların genişletilerek oluşturulmuş bir mesnevidir. 167 beyittir. 1301’den sonra yazılmıştır. Kudûrî Tercümesi: Henüz bulunamamış bir eseridir. Arûz-ı Gülşehrî: Farsça olarak yazılmış 16 varaklık küçük bir eserdir. Mantıkuttayr: Gülşehri’nin ve o dönemin en önemli eserlerinden biridir. Feriduddin-i Attar’ın aynı adı taşıyan Farsça eserinin özgün ve serbest bir dille Türkçeye yapılmış tercümesidir. 1317 yılında tamamlanmıştır. 4300 beyittir. Hoca Mesud Farsçadan yaptığı tercümelerle, Türk dili ve edebiyatının gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Tercümelerinde kullandığı Türkçe son derece akıcı ve zengindir. Eserleri: Süheyl ü Nev-bahâr: 1350’de yazılmıştır. 5568 beyitlik romantik bir aşk hikâyesidir. Mesnevi turunde yazılmıştır. Yabancı unsurların fazla bulunmadığı, dil bakımından birçok arkaik unsur da barındıran, dönemin Türkçesinin bütün ses ve şekil özelliklerini içeren bir eserdir. Söz varlığı da son derece zengindir. Kendi dönemindeki diğer eserlere göre çok daha fazla Türkçe ağırlıklıdır. Ferheng-nâme-i Sâ’dî Tercümesi: 1073 beyitlik bu mesnevi türündeki eser 1304’te yazılmıştır. Bu da Farsçadan tercümedir. Kadı Burhaneddin Asıl adı Burhaneddin Ahmed’dir. İlk eğitimini, Kayseri kadısı olan babasından almıştır. Mısır’da dini bilimler, astronomi ve tıp öğrenimi görmüş, babasının yerine Kayseri kadılığına getirilmiştir. Kayseri’de hüküm süren Eretnaoğullarına vezirlik yapmıştır. Daha sonra Sivas’ta kendi sultanlığını ilan etmiştir. 18 yıl hükümdarlık yaptıktan sonra, 1398 yılında Akkoyunlular’la giriştiği mücadelede pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Kadı Burhannedin bu siyasi uğraşları yanında şiirle de meşgul olmuş; gazel, tuyuğ ve rubailerle dolu büyük bir Divan ortaya çıkarmıştır. Eserleri: Dîvân: Bilinen tek eseri bu değerli Divan’ıdır. Eser, 1500 gazel, 119 tuyug ve 20 rubaiden oluşmaktadır. Dili, o dönemdeki diğer eserlere göre biraz daha fazla Anadolu dışı Oğuzcasının özellikleri göstermektedir. Şeyhoğlu Germi yan Beyliği muhitinde yetişmiştir. Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın hizmetinde bulunmuş, daha sonra Yıldırım Bayezid’e intisap etmiştir. Çok değerli eserler yazmıştır. Eserleri: Marzubân-nâme Tercümesi (1389): Farsçadan tercümedir.1389’da kaleme alınmıştır. Hayvan konulu hikayelerdir. Kıssadan hisse özelliği taşıyan öğretici bir eserdir. Hurşîd ü Ferahşâd: Süleyman Şah zamanında yazılmaya başlanmış ancak 1387 yılında tamamlanmıştır. 7903 beyittir. Anadolu halkının Türkçe konuşuyor olmasından dolayı kitabı Türkçe yazdığını belirtmiştir. Hurşid ile Ferahşad arasındaki aşkı anlatır. Şeyhoğlu’nun bu eserini yazarken Şeh-name’den etkilendiği genel bir kanıdır. Kenzü’l-Küberâ: 1401’de, Yıldırım Bayezid döneminde yazmıştır. Mensur ve manzum karışık bir eserdir. Padişah, bey, vezir, âlim ve kadılara dini öğütler verir. Dede Korkut Hikâyeleri Asıl adı “Kitab-ı Dedem Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan”dır. Hikayelerde Oğuzların Gürcü, Abaza ve Trabzon Rumları ile savaşları ile Türk boylarının kendi aralarındaki iç savaşları anlatılır. Hikâyelerin ortaya çıkış coğrafyası buralar olmakla beraber, Eski Türk coğrafyasından, gelenek ve göreneklerinden derin izler vardır. Destan üslubu içerisinde hikmetli sözler, Türk tarihine ait rivayetler, Türk töresini anlatan ifadeler yer almaktadır. Hikâyeler, Türkçe açısından paha biçilmez bir hazine değerindedir. Türkçe ses, ek, kelime ve cümle yapısı bakımından araştırıcıların her zaman ilgisini çeken bir özelliğe sahiptir. Deyimler mecazlar, atasözleri ve söyleyiş özellikleri açısından da üstün bir özellik sergiler. Hikâyelerin elde iki yazması mevcuttur. Bunlardan biri Vatikan’da diğer ise Dresden’de bulunmaktadır. Dede Korkut’ta toplam 12 hikaye vardır: 1. Dirse Han Oğlı Buğac Han Boyı. 2. Salur Kazanuŋ İvi Yağmaladuğı Boy. 3. Kam Pürenüŋ Oğlı Bamsı Beyrek Boyı. 4. Kazan Big Oğlı Uruz Bigüŋ Tutsak Olduğı Boy. 5. Duha Koca Oğlı Delü Dumrıl Boyı. 6. Kaŋlı Koca Oğlı Kan Turalı Boyı. 7. Kazılık Koca Oğlı Yigenek Boyı. 8. Basat Tepegözi Öldürdügi Boy. 9. Begil Oğlı Emrenüŋ Boyı. 10. Uşun Koca Oğlı Segrek Boyı. 11. Salur Kazan Tutsak Oğlı Uruz Cıkarduğı Boy. 12. İç Oğuza Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldürdügi Boy. Ahmedi XIV. yüzyılın en büyük şairlerindendir. Öğreniminin ilk yıllarını Anadolu’da geçirdikten sonra Mısır’a gittiği ve orada dini bilgilerin yanı sıra tıp, astronomi, riyaziyat ve mantık dallarında eğitim aldığı bilinmektedir. Ahmedi XIV. Yüzyılın en güçlü ve en hacimli eser veren şairidir. Eserleri: Dîvân: Yaklaşık 9000 beyti bulan bu eserde şair, çeşitli türde şiirler yazmış olmakla beraber en çok gazel turunu tercih etmiştir. Eser, şairin ustun edebi gücünü göstermektedir. İskender-nâme: 8000 beyitten fazla bir manzumedir. 1390 yılında yazılmıştır. Mesnevi türünde bir eseridir. Eser, Büyük İskender’in hayatı etrafında gelişen olayları destansı bir tarzda anlatılır. Türk Edebiyatının ilk manzum İskender-name’sidir. İskender-name, daha önce birçok Fars şairi tarafından ele alındıysa da Ahmedi’nin bu eseri bir tercüme olmaktan öte telife yakın bir özellik taşır. Cemşîd ü Hurşîd: 1403 yılında kaleme alınmıştır. Yaklaşık 5000 beyitten oluşan mesnevi türünde bir eserdir. 2700 beyitlik Farsça bir eserden yapılmış tercümedir. Tercüme ettiği eserin 2700 beyit olması, bunun kitabın da birebir tercüme olmaktan çok şairin katkılarıyla yarı telif bir nitelik kazandığını göstermektedir. Tervîhü’l- Ervâh: Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’ın emriyle yazılmıştır. 10100 beyitlik bir mesnevidir. Tıbbi bir nasihat kitabı mahiyetindedir. Bedâyi’i’s-Sihr fî San âyi’i’ş- Şi’r: Edebi sanatlarla ilgili bir eserdir. Mirkâtü’l-Edeb: Aydınoğlu İsa Bey’in oğlu Hamza Bey için yazılmış Arapça-Farsça manzum bir sözlüktür. Mîzânü’l-Edeb, Mi’yârü’l-Edeb: Bunlar da Hamza Bey için hazırlanmış birer Arapça ders kitabıdır. Ahmed-i Dâî Kütahya’da kadılık yaptığı ve önce Emir Süleyman’ın sonra da Mehmet Celebi’nin himayesine girdiği bilinir. II. Murad’ın şehzadeliğinde hocalığını yapmıştır. Manzum ve mensur pek çok eseri vardır. Bunlardan bazıları telif, bazıları tercümedir. Dili kullanma becerisi birçok çağdaşına göre oldukça üstündür. Eserleri: Türkçe Dîvân: Divan’ın Kahire’deki nüshasında 1885 beyit, Burdur’daki nüshasında ise 1535 beyit vardır. Değişik mecmualarda başka şiirleri de bulunmaktadır. Çeng-nâme: 1446 beyitlik eser mesnevi türünde yazılmıştır. Bir Türk çalgısı olan cengin mahiyeti yer yer dini, ahlaki ve tasavvufi motiflerle işlenir. Bu eser Dai’nin en özgün ve en güçlü eseri kabul edilmektedir. Vasiyyet-i Nûşirevân: Mesnevi türünde yazılmış 115 beyitlik bir eserdir. Bir öğüt kitabı niteliğindedir. Câmasb-nâme Tercümesi: 73 beyitlik küçük bir mesnevi olan bu eser, Hoca Nasir-i Tusi’nin aynı adlı eserinden Türkçeye çevrilmiştir. Yıldızname, falname türünden bir eserdir. Farsça Dîvân: 1413 yılında Hayrettin Hacı Halil Bey’e kendi el yazısı ile sunduğu, Farsça şiirlerinin toplandığı divandır. Ukûdü’l-Cevâhir: Farsca manzum bir lugat olan ve aruzun esas bahirlerini gosteren bu eser 51 kıta ve 650 beyitten meydana gelmiştir. II. Murad’ın şehzadeliği döneminde kendisine sunmuştur. Tercüme-i Tefsîr-i Ebü’l-Leys es-Semerkandî: Emir Sultan adına kaleme alınan bu tercüme,Anadolu sahasının bilinen ilk Kur’an tercümesidir. Eseri birebir tercüme etmemiş, başka kaynaklardan da yararlanarak adeta yeni bir tefsir haline getirmiştir. Esere eklediği 235 beyitlik manzum giriş kısmı ise tamamıyla kendi telifidir. Pek çok nüshası bulunan bu eserdeki dil son derece başarılıdır. Tezkiretü’l-Evliyâ: II. Murad adına, Feriduddin-i Attar’ın aynı adlı eserinden yaptığı tercümedir. Bu da Anadolu sahasının bilinen ilk Tezkiretu’l- Evliya’sıdır. Tercüme-i Eşkâl-i Nâsir-i Tûsî: Farsçadan tercüme bir eser olup yıldızlardan bahseder. Ta’bir-nâme Tercümesi: Germiyanoğlu II. Yakup Bey’in işareti ile Farsçadan çevirdiği bir eserdir.Rüya yorumlarından bahseder. Teressül: Edebiyatımızda “usul-i inşa” ve mektuplaşma türünün ilk örneklerindendir. Özel ve resmi yazışma ve haberleşme kurallarını göstermek için kaleme almıştır. Miftâhü’l-cenne: Lülü Paşa adında bir zatın isteği üzerine Arapçadan Türkçeye çevirdiği bir eserdir. Ancak, Ahmed-i Dai’nin elinde bu tercüme de telif özelliği kazanmıştır. Cennet’e girmek için yapılması gerekenleri anlatır. Tıbb-ı Nebevî Tercümesi: Umur Bey’in emriyle Türkçeye çevrilmiş bir eserdir. Hz. Muhammed’in hadislerin dayandırılarak iki bolum halinde hazırlanmış bir koruyucu hekimlik kitabıdır. Vesîletü’l-mülûk li-ehli’s-sülûk: Ayete’l-kursi’nin Türkçeye tercümesi olan bir eserdir. Hatiboğlu Eserlerinin genel içeriğini dini ve ahlaki öğütler oluşturur Eserleri: Bahrü’l-Hakâyık: 1359 beyitlik mesnevi türünde bir eserdir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Arapça mensur bir eseri olan Makalat’ının manzum bir tercümesidir. 1409’da Dulkadiroğlu Garsuddin Halil Bey’in oğlu Nasıruddin Mehmed Bey’e sunmuştur. Letâyif-nâme: 3910 beyitlik mesnevi türünde bir eserdir. Arapça mensur bir Sure-i Mulk Tesfiri’nin 1414 yılında yapılmış manzum tercümesidir. Ferâh-nâme: Arapçadan Türkçeye çevrilmiş yüz hadis tercümesidir. 6093 beyitlik eser manzum olup dini ve ahlaki öğütlerle öğretici bir özellik taşır. 1426 yılında tamamlayıp II. Murad’a sunmuştur. Süleyman Çelebi Orhan Gazi döneminde doğmuştur. Yıldırım Bayezid döneminde Bursa’da iyi bir eğitim almış ve yapımı 1399’da tamamlanan Ulu Cami’ye imam olarak atanmıştır. Eserleri: Mevlîd: Bilinen tek eseridir. Batini görüşler ile ehl-i sünnet arasındaki çekişmelerin olduğu donemde ehl-i sünnetin yanında yer almıştır. 732 beyitlik eserini 1409’da tamamlamıştır. Şeyhî İlk eğitimini Kütahya’da alan Şeyhi, daha sonda İran’a giderek tıp ve tasavvuf dersleri okumuştur. İran dönüşü uğradığı Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmiş ve bundan dolayı da Şeyhi mahlasını almıştır. Şeyhi aynı zamanda II. Yakup Bey’e kasideler de yazıyordu. Bütün eserlerinde dini, ahlaki ve tasavvufi inancın izleri görülür. Eserleri: Dîvân: Küçük bir divandır. 2 müstezad, 20 civarında kaside, 200 kadar gazel, terkib-i bend ve terci-i bend bulunmaktadır. Har-nâme: 126 beyitlik bir mesnevidir. Hiciv edebiyatımızın en iyi örneklerindendir. Hüsrev ü Şîrîn: 6944 beyitlik bu mesnevi II. Murad’ın tahta çıkışıyla birlikte yazılmaya başlanmıştır. Eseri bitiremeden de Şeyhi vefat etmiştir. Doğu Edebiyatının meşhur klasik aşk hikayesini konu almıştır. Hakîkî Meşhur mutasavvıf Şeyh Hamid-i Veli’nin (Somuncu Baba) oğludur. Tasavvufi eğitimini babasından almıştır. Eserleri: Dîvân: 350 varaklık büyük bir divandır; münacat ve tevhid ile başlayıp tasavvufi neşveleri terennüm eden değişik başlıklardaki şiirlerle devam eder. Muhabbet-nâme: Eser toplam 175 varaktan oluşur. Mesnevi türünde tasavvufi muhtevalı bir eserdir. Metâli’u’l-İmân: Bir görüşe göre Sadreddin Konevi’nin Metali’u’l-İman adlı tasavvufi Farsça risalesinin bir tercümesidir. 26 varaktır. Bir Fatiha, üç matla’ ve bir hatime üzerine kurulmuştur. Tasavvuf Risalesi: Metali’u’l-İman adlı eserin içinde bulunduğu yazmanın 26b/57a varakları arasında bulunan aynı yazı ve aynı üslupla kaleme alınmış bu eserin Yusuf Hakiki’ye ait olması kuvvetle muhtemeldir.

14-15. YÜZYILLAR TÜRK DİLİ 2. ÜNİTE

HAREZM-ALTIN ORDU TÜRKÇESİNİN DİL ÖZELLİKLERİ Yazım Özellikleri Harezm-Altın Ordu Türkçesine ait metinlerin elimize ulaşan nüshaları Arap alfabesi ile ya¬zılmıştır. Ancak Arap harfli metinler yanında Toktamış Han Yarlığı gibi Uygur harfleri ile yazılmış metinler de vardır. Arap harfli metinlerde en dikkat çekici özellikler şunlardır: 1. b/p ünsüzleri tek noktalı, bazen de noktasız yazılmaktadır. P ünsüzü bazı durumlar¬da üç nokta ile de gösterilerek b'den ayırt edilir. 2. c/ç ünsüzleri de tek noktalı olarak veya bazen de noktasız olarak yazılmaktadır. b/p'de olduğu gibi ç sesini c sesinden ayırt etmek için üç nokta ile de gösterilmiştir. 3. İlk hecedeki e/i bakımından bir birlik bulunmamaktadır. e'den i'ye geçişin tam ola¬rak ne zaman gerçekleştiğini tespit etmek zordur. İmlaya bakıldığında kelimeyi i ile de, e ile de okumak mümkündür. 4. Kalın ünlülü kelimelerde sin ve te yanında Eski Anadolu Türkçesine has sat ve tı harf¬lerinin kullanımına da rastlanmaktadır. 5. Bazı çift ünsüzlü kelimeler tek ünsüzle yazılıp çift ünsüzlü olarak okunmaktadır. Bu tip durumlarda bazen şedde işareti de kullanılmaktadır. SES ÖZELLİKLERİ Ünlüler Ünlü Türleri Harezm Türkçesinde a, ı, o, u; e, i, ö, ü ünlüleri bulunmaktadır. Ka¬rahanlı Türkçesinde ilk hece ünlüsü i olan bazı kelimeler, Harezm Türkçesinde kapalı e'ye (é) dönmüştür. Bazen ilk hecesinde e sesi bulunduran kelimeler de i / e okutacak şekilde ye ile yazılmıştır. Bu durum Arapça, Farsça kelimelerin yazı¬mında görülebilmektedir.Bununla birlikte eskiden beri e ile kullanılan kelimeler bu e sesini koru-muşlardır: edgü, kelin, kendü, kerek vb. Yine eskiden beri i sesiyle kullanılan kelime¬ler de bu seslerini muhafaza etmişlerdir: bil-, bitig, kit- vb. Ünlü Değişmeleri Ünlü Uyumları Kalınlık-İncelik Uyumu: Harezm Türkçesindeki Türkçe kelimeler genellikle buna uymakla birlikte uyum dışı kalan örnekler de bulunmaktadır: alnıge, anasıge, yalavaçıge, oglunge. Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe ekler eklendiğinde ise uyumda bir dü¬zensizlik dikkati çeker: ademiga/ ademige, acebrak / acebrek. Düzlük-Yuvarlaklık Uyumu: Harezm Türkçesinde hem kelime kök ve gövdelerinde hem de eklerde ve yardımcı seslerde düzlük-yuvarlaklık uyumu karışıklık arzeder. Ünlü Yuvarlaklaşması (Dudaklılaşma) Kelime kök ve gövdelerinde e->ö-: eksük>öksük, ewür->öwür- -a->-o-: bark>bork, awuç>owuç -e->-ö-: teşük>töşük, telük>tölük, sev->söw-, sewüglüg>söwüglüg -ı->-u-: ıçgın->uçgun- Eklerde İsimden İsim Yapan Eklerde: savlug, hisabsuz, bednamluk Fiilden İsim Yapan Eklerde: tapug, sevüg İlgi Hali Ekinde: saçımnun, sakakımnun İyelik Eklerin¬de: ivün, nasibün, avum, tapgum Görülen Geçmiş Zaman Ekinde: taptum, taptun Zarf-Fiil Ekinde: ivüp, tapup, yapup Ünlü Düzleşmesi ü->i-: ünde->inde- -o->-a-: sowı->savu-, kov->kav- -u->-a-: suvsa->savsa- -ü->-i-: büt->bit- -ü->-e-: sünük>sünek töpü>töpe -ü>-i: tilkü>tülki, berü>beri Ünlü Kalınlaşması: -i->-ı-: isig>ısıg, silig>sılıg Ünlü İncelmesi : -ı->-i-: bış->biş- / -u->-ü-: sun->sün- Ünlü Düşmesi 1. Hece kaynaşması sonucu ortaya çıkan ünlü düşmeleri: : ni + ol->nol, ni + erse>nerse 2. Vurgusuz orta hece ünlüsünün düşmesi sonucu ortaya çıkan ünlü düşmeleri tapgın>tapugın, 3. İ- fiilinin kendinden önceki kelimeye eklenmesiyle oluşan ünlü düşmeleri bolsa idi>bolsadı, 4. Ünlü ile biten fiil köklerine 1. çokluk şahıs emir eki geldiğinde araya -y- yardımcı ünsüzünün gelmeyip iki ünlüden birinin düşmesi: avla-alın>avlalın, oyna-alın>oynalın, izde-elin>izdelin Ünsüzler Ünsüz Türleri Harezm Türkçesindeki ünsüzler, Karahanlı Türkçesindeki ünsüzlerle aynıdır. Bu dönem¬de hâlâ varlığını devam ettiren z ve w sesleri y ve v ile yer değiştirir. Bazı Türkçe kelimelerin başında bulunan y- ünsüzü, Türk lehçelerinin tamamında aynı şekilde kullanılmamakta-dır. Aynı kelimeyi bir kısmı y'li kullanırken, bir kısmı y'siz kulla¬nır. Bu durum tarihî lehçelerde de görülür. Harezm Türkçesinde y'li şekiller hâkimdir: yırak, yıgaç, yıglat-, yip, yulduz vb. Ünsüz Değişmeleri Ünsüz Uyumları Ünsüz uyumu, Harezm Türkçesinde sınırlıdır. Kelime köklerindeki ün¬süzler asli şekillerini genellikle korumuşlardır. Kısacası kelime köklerinde zaman zaman karşımıza çıkan bir uyumdur: keltür- / keldür-, küntüz/ kündüz. Ünsüz Tonlulaşması (Ötümlüleşmesi) k>g: Harezm Türkçesinde kelime başındaki k-'ler korunurken, seyrek de olsa kelime için¬de veya sonunda k>g değişikliği meydana gelmiştir: alçak>alçag, ayak>ayag. t>d: Birkaç örnek dışında kelime başında t-'ler korunmuştur. te->de-, tur->dur- . İki ünlü arasında kalan -t-'ler de genellikle korunurken bazen -d-'ye değiştiği görülür: ata->ada-, butak>budak vb. (KHKD). Ünsüz Tonsuzlaşması (Ötümsüzleşmesi) z>s: Kelime içinde ve sonunda görülen bir değişikliktir: -maz / -mez>-mas / -mes, izde->iste Ünsüz Sızıcılaşması b>v: Kelime içinde ve sonundaki b'ler, bazı kelimelerde v'ye dönmüştür: yabız>yawuz>yavuz, sub>suw ç>ş: Keli¬me içinde ve sonunda görülür: iç->iş-, neçe>neşe vb. d>y: Kelime içinde ve so¬nunda d'li ve y'li şekiller bir arada görü¬lür. adır->ayur-, adak>ayak vb. g>w>v: Kelime içinde görü¬len bir değişikliktir: biregü>birev, kigür->kiwür->kivür-, küdegü>küyegü>küyev g>h: Kelime içinde görülür: satgaş->sathaş-. k>h: Kelime başında, içinde ve so¬nunda seyrek de olsa görülür: katun>hatun, aksak>ahsak, okşa->ohşa- Genizsilleşme b>m: Kelime başında görülen bir değişikliktir. İçinde geniz ünsüzü bulunan kelimelerde görülmektedir: men, meniz, menze-, min-, mun vb. Birkaç örnekte b korunmuştur: ban-, biniş- gibi. Ayrıca içinde geniz ünsü¬zü bulunmayan bazı kelimelerde de analojiyle biz>miz değişikliği de görülür. Ünsüz Düşmesi G düşmesi: Kelimelerin sonundaki -g'ler genellikle korunur bazen düşürülmüştür: arıg>arı, kamug>kamu, R düşmesi: Bazı kelimelerde görülür: ir->i-, berk>bek>bik, kardaş>kadaş. L düşmesi: Nadiren görülür: keltür->ketür-, oltur->otur- vb. Ünsüz İkizleşmesi: iki>ikki, katıg>kattı / kattu Ünsüz Tekleşmesi: körkke bay>körke bay Göçüşme: -nş->-şn-: konşı>koşnı SÖZ VARLIĞI: Harezm Türkçesinin söz varlığı bakımından en önemli özelliği Eski Türkçe ve Orta Türk¬çe dönemlerine ait diğer eser ve sözlüklerde geçmeyen veya nadir bulunan kelimelerin bu¬lunmasıdır. Bunlar arasında karu "karşılık, mükâfat", kedigle- "örtünmek, gizlenmek", sö-zengür "konuşkan", yulduz "ağaç kökü" gibi kelimeler bulunmaktadır. Ses ve şekil özellik¬leri bakımından bir kelimenin hem Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesindeki eski şekilleri¬nin hem de değişime uğramış yeni şekillerinin bir arada kullanıldığı görülür: küdegü / kü-yegü / küyev, sıçgan / sıçan, yıgaç / agaç vb. ÖRNEK DİL İNCELEMELERİ Nehcü'l-Ferâdîs Çeviriyazı Bir kün 'Ömer razıyallahu anhu Medine oramında yöriyür erdi. Bir nâresîde oglan bir mahallede yıglayur erdi. Kaçan kim 'Ömerni kördi erse ol nâreside oglan aytur: Yâ Rebbi, bu 'Ömerdin menim dâdımnı sen algıl, tedi erse, 'Ömer razıyallahu anhu korktı takı aydı: Ey nâreside, 'Ömer sanga ne zulm kıldı kim 'Ömerke mundag aytur-sen? tedi erse, ol og¬lan aydı kim: Men ensârilardın turur-men. Atam Peygâmber 'aleyhi's-selâm ileginde şe-hid boldı. Atam karındaşı takı şehid boldı. Anam bar takı mendin öngin tokuz karındaşım bar. Biz cümle üç kün boldı kim dünyâ ta' âmıdın tatmışımız yok. Takı siz halifa bolgay-siz takı bizlerke terbiyet kılmagay-siz, beytü'l-mâldın neerse bermegey-siz tedi erse, 'Ömer yıgladı, takı ol oglannın başını sıkadı, takı ol oglannın elgini aldı, takı mescidke kirdi takı buyurdı münâdiga nidâ kıl teyü. Münâdi nidâ kıldı erse, cümle sahâbalar yıgıldılar. Çeviri Bir gün Ömer radiyallahu anhu Medine sokağında yürüyordu. Bir küçük (büluğa erme¬miş) çocuk bir yerde ağlıyordu. Ömer'i gördüğünde o küçük çocuk "Ya Rabbi, bu Ömer-den benim hakkımı sen al" deyince Ömer radiyallahu anhu korktu ve "Ey küçük, Ömer sana ne eziyet etti ki Ömer'e böyle söylüyorsun" deyince oğlan "Ben ensarilerdenim. Ba¬bam Peygamber aleyhisselamın önünde şehit oldu. Babamın kardeşi de şehit oldu. An¬nem ve benden önce dokuz kardeşim var. Hepimiz üç günden beri dünya nimetlerinden tatmadık. Siz halife olacaksınız, bizlere bakmayacaksınız, maliye hazinesinden hiçbir şey vermeyeceksiniz" deyince Ömer ağladı ve o oğlanın başını okşadı, oğlanın elini tuttu ve mescide girip tellala "seslen" diye buyurdu. Tellal seslenince bütün sahabeler toplandılar. Çeviriyazı Kaçan Yusuf karındaşların kördi erse ol kılgan yawuzluklarin sakındı, alarga aytayın, tédi. Mevli ta'âlâ könlige saldı kim ey Yusuf olar aşlık algalı munlug bolup keldiler, sen işlerin âşkâr kılsan uwtangaylar, olarga aşlık bérgil sewünüp yansunlar, senin edgülikin zahir bolsun. Yusufga bu niyet hoş keldi, Yusuf alarnı kördi kamugları tofrakga bul-ganmış, tonları arıgsız. Sordı: Kaydın kelip-siz, kimnin oglanları turur-siz? Aydılar: biz Ken'ândın keldük, Ya'küb yalawaç oglanları turur-miz, Ken1 ândın kelür-miz. Aydı: atanız tirig mü turur? Aydılar: tirig turur. Aydı: ne iş işleyür? Aydılar: yalawaç turur, Tenri ta'âlâga kulluk kılur. Yusuf aydı: kimdin kimge yalavaç turur? Aydılar: Hakdın halk-ga yalawaç turur. Yusuf aydı: Yalawaç ermiş. Mısr halkıga ne üçün yalawaçlik tegürmes? Aydılar: Ken'ânga takı Ken1 ân tegresindeki halkga yalavaçlık tegürür, takı közleri kör-mes tédiler. Yusuf aydı: közleri nedin körmes boldı? Aydılar: Yusuf atlıg oglı bar erdi anı yawlak söwer erdi, ol oglı gâyib boldı, anın üçün yıglamakdın közleri körmes boldı tédiler. Ol Hâlde Yusuf anı işitip nikâb içidin yıgladı. Çeviri Yusuf kardeşlerini görünce yaptıkları kötülükleri düşündü, "onlara söyleyeyim" dedi. Mevla Teala gönlüne şöyle koydu: Ey Yusuf onlar buğday alacak kadar kederli geldiler, sen yaptıklarını ortaya dökersen utanacaklar, onlara buğday ver, sevinip dönsünler, se¬nin iyiliğin ortaya çıksın. Yusuf'a bu niyet iyi göründü, Yusuf onları gördü ki hepsi top¬rağa bulanmış, elbiseleri pis. "Nereden gelmişsiniz, kimin oğullarısınız" diye sordu. "Biz Kenan'dan geldik, Yakup peygamberin oğullarıyız, Kenan'dan geliyoruz" dediler. "Baba¬nız hayatta mı?" dedi, "Hayattadır." dediler. "Ne yapıyor?" dedi, "Peygamberdir, Tanrı te-allaya kulluk ediyor" dediler. Yusuf "Kimden kime peygamberdir?" dedi, "Haktan halka peygamberdir." dediler. Yusuf "Peygamberse Mısır halkına niye peygamberlik yapmıyor? dedi. "Kenan'a ve Kenan çevresindeki halka peygamberlik yapıyor, ayrıca gözleri görmü¬yor." dediler. Yusuf "Gözleri neden görmez oldu?" dedi. "Yusuf adlı oğlu vardı, onu çok se¬verdi, o oğlu kayboldu, onun için ağlamaktan gözleri görmez oldu." dediler. Bunun üzeri¬ne Yusuf bunu işitip peçesinin altından ağladılar.

14-15. YÜZYLLAR TÜRK DİLİ 1. ÜNİTE

HAREZM –ALTIN ORDU TÜRKÇESİ XI-XII. yüzyıllarda hem etnik yapı hem de siyasî hayat bakımından Türkleşen Harezm bölgesinde Türk dilinin doğu kolunu teşkil eden Karahanlı Türkçesi temelinde güney¬batı kolunu teşkil eden Oğuz Türkçesi ve kuzeybatı kolunu teşkil eden Kıpçak Türkçesi¬nin karışıp kaynaşmasından oluşan Türkçeye Harezm Türkçesi veya Harezm-Altın Ordu Türkçesi adı verilir. Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş devrini teşkil eden Harezm Türkçesi terimi¬nin belli bir dönemin Türkçesine ad olarak kullanılması Ali Şir Nevâyî'nin Mecâlisün-Nefâyis adlı eserinde Harezmli bilim adamı Hüseyin Harezmî'nin Kasîde-i Bürdeye Harezm Türkçesi ile şerh yazdığını bildirmesi ile ortaya çıkmıştır. Harezm Türkçesinin en önemli dil özelliği, Harezm bölgesinde yerleşen Oğuz, Kıpçak ve di¬ğer Türk boylarının ağızlarından alınan unsurlarla şekil bilgisi ve kelime hazinesi bakımın¬dan karma bir yapı arzetmesidir. Oğuz ve Kıpçak yanında; Kalaçlar, Uygurlar, Peçenekler, Kimekler, Bayavutlar, Kanglılar ve başka bazı göçebe Türk boyları da Harezm Türkçesinin oluşmasında etkili olmuştur. Karahanlı Türkçesi de, Harezm Türkçesi üzerinde yazı ve söz varlığı bakımından etkili olmuştur. XIII. yüzyıldan itibaren ürün vermeğe başlayan ve Orta Türkçe döneminin ikinci basamağını teşkil eden bu yazı dili XIV. yüzyıldan sonra yerini Çağataycaya bırakmıştır. HAREZM VE ALTIN ORDU TÜRKÇESİNİN TARİHİ GELİŞİMİ Harezm, Aral Gölü'ne dökülen Ceyhun nehrinin her iki tarafında uzanan bölgeye verilen addır. Bugün Özbekistan ve Türkmenistan sınırları içinde kalmaktadır. Bölgenin Araplar tarafından fethinden sonra yalnızca ülke adı olarak kullanılmış, burada yaşayan halka da Harezmî (=Harezmli) denilmiştir. İslamiyet'ten önce bu bölgede Ârî ırktan olan ve İranlılarla yakın akrabalıkları bulu¬nan Harezmliler yerleşik idiler. Daha bu dönemden başlayarak hükümdarları da Harezmşah ünvanını almıştır. Harezm Bölgesi; sırasıyla Emeviler, Samanîler, Gazneliler ve Selçukluların kontrolüne girmiştir. Sultan Melikşah zamanında Anuş Tigin, Harezm'in valisi olarak tayin edilmiştir. Fakat, Anuş Tigin ülkeyi fiilen idare etmemiş, Kıpçak Türklerinden Ekinci bin Koçkar asıl gö¬revi üstlenmiştir. Bu dönemde Harezm'in Türkleşmesi tamamlanmış, Harezm'de Kıpçak, Kanglı ve Oğuz Türkçelerinin karışımı Harezm Türkçesi oluşmuştur. Anuş Tigin’in oğlu Kutbüddin Muhammed devrinde, Harezm en parlak devrini yaşamıştır. Atsız devrinde yarı müstakil bir devlet olmuş, Alaeddin Muhammed devrinde imparatorluk olmuş ve Celaleddin Muhammed döneminde Cengiz Han tarafından işgal edilmiştir. Cengiz Han'ın ölümünden sonra Altunorda'ya bağlı kalmıştır. 1873'te Ruslar tararından işgal edil¬miştir. Bölgenin(Hive Hanlığının) 1924'te doğu tarafı Özbekistan'a, ban taran Türkmenistan'a bırakılmıştır. Karahanlı Türkçesiyle Çağatayca arasında bir geçiş dilidir. Bu dönemin eserleri genel¬likle Arap harfli olup çok az kısmı Uygur harflidir. Ünlüler Uygur yazı geleneğine bağlı kalınarak yazılmıştır. Harekeli metinlerde bile ünlüler harflerle yazılarak gösterilmiştir. HAREZM TÜRKÇESİ ESERLERİ Kısâsü'l-Enbiyâ [=Nebilerin Kıssaları]: Harezm Türkçesi döneminin ilk eseridir. Nâşiru 'd-dîn bin Burhânü'd-dîn -Rabguzi ta¬rafından 1310 yılında yazılıp Moğol Şehzadesi Nâşiru 'd-dln Tok Buğa'ya sunulmuştur. Peygamber kıssalarını konu alan eserde Rabguzi, dini konuları edebi bir dille nakletmiştir. Yazar, eserinde özellikle her kıssanın başlangıcındaki secili ifadelerle dinî konulara bediî bir şekil vermiş, söz ustalığını kıssalarla ilgili olarak verdiği Arapça ve Türkçe şiir¬ler ile de pekiştirmiştir. Eserde toplam 43 Türkçe şiir bulunmaktadır. Man¬zum parçalar genelde kaside tarzındadır. Peygamberlere ve din büyüklerine yazılan kasi¬deler yanında aşk, tabiat ve burçlarla ilgili konularda gazeller de vardır. Bunların bir kıs¬mı Arapçadan satır arası tercümedir. Kutadğu Bilig ve Atabetü'l-Hakâyık'ta da karşılaşılan mani, tuyuğ şeklindeki dört¬lükler Kısasü'l-Enbiyâ'’daki manzumelerin önemli bir özelliğidir. Halk edebiyatının etkisi¬ni gösteren bu manzumelerde genellikle divan şiirinde en sık rastlanan aruz ölçüleri kul¬lanılmıştır Ken¬disi için Ribat Oğuzlug yani Oğuzlarla meskûn Ribat adlı mevkiden olduğunu belirtmiş¬tir. Rabğüzî mahlasını da bundan dolayı aldığı anlaşılmaktadır. "Kervansaray" anlamı¬na gelen Ribat'ın Oğuzlarla meskûn bir bölge olduğu ve bundan dolayı Rabguzî'nin de Oğuz Türklerinden olduğu tahmin edilmektedir. Yazar, aslının Moğol olduğunu ifade etmiştir. Eserin Londra’da bir (British Museum), Leningrad'da altı, Paris'te bir (Bibliotheque Nationale), Bakü'de bir ve İsveç'te iki nüs¬hası vardır. En eski nüshası Londra British Museum nüshasıdır(XV.yy.). Öbürlerine göre daha iyi bir durumdaki bu nüsha Kaare GR0NBECH tarafından basılmıştır. . Nehcü’l-Ferâdis [=Cennetlerin Açık Yolu]: Türk edebiyatındaki kırk hadis çevirilerinin ilk örneği olan Nehcü 'l-Feradis Mahmüd bin 'Ali tarafından yazılmıştır. 1358’den önceki bir yılda yazıldığı tahmin edilmektedir. Eser onar fasıllı dört babdan meydana gelmektedir. Birinci bap Hz. Peygamberi, ikinci bap dört halifeyi, ehli beyti ve dört imamı, üçüncü babda Allah'a yaklaştıracak ameller, namaz, zekât, oruç, hac, anne babaya hiz¬met, helal yemek, sabır vb. iyi işler anlatılır. Dördüncü bap Allah'a hoş gelme¬yen amelleri anlatır. Her fasıl Arapça bir hadisle başlar. Eser, dünya ve ahirette mutlu olmak için gerekli Müslümanlık bilgilerinin el kitabı gibidir. Üslubu gayet sade ve açıktır. Edebi yönden çok değerli olmasa da Türk dilinin önemli bir yadigârı olması kıymetini artırmaktadır. Eserin İstanbul (Yeni Cami Kütüphanesi), Paris(Bibliotheque Nationale), Kazan( üç tane.), Leningrad'da (iki tane)nüshaları bulunmak¬tadır. Yeni Cami nüshası tam ve harekeli olması bakımından önemlidir. Bu nüsha Zeki Velidi Togan tarafından bulunmuştur. Janos Eckmann bu nüshanın tıpkı basımını yapmıştır. Paris nüshası baş¬tan ve sondan eksiktir. Bu nüshayı ilim alemine tanıtan Janos Eckmann’dır. Leningrad (Petersburg) nüshası hakkında Samoyloviç’in çalışması vardır. Mukaddimetü 'l-Edeb [=Edebe Giriş]: Zamahşeri tarafından Arapçayı öğretmek için 1128-1144 yılları arasında yazılıp Harezm şahı Atsız bin Muhammed Anuş Tigin’e sunulmuştur. Arapçayı öğrenmek isteyenler için kısa cümleler ve kelimelerden oluşan bir sözlüktür. Arapça ifadelerin altında çeşitli yaz¬malarda Harezm Türkçesi, Farsça, Moğolca, Çağatayca ve Osmanlıcadaki anlamları veril¬miştir. En eski nüsha¬lar Harezm Türkçesi ve Farsça ile tercüme edilenlerdir. Eser beş bölümden oluşmaktadır: İsimler, Fiiller, Harfler (Edatlar, isim ve fiil dışındaki gramer unsurları), İsim Çekimi, Fiil Çekimi Mukaddimetü'l-Edeb ,Eski Türkçe ve Orta Türkçe dönemi sözlüklerinde bulunmayan pek çok kelimeyi içermesi sebebi ile Divânü Lügati't-Türk'ten sonra Orta Türkçe dönemi¬nin en zengin kelime hazinesini barındıran sözlüktür. Eserin bilinen yirmi nüshası mevcuttur. Bunlardan en önemlileri; Paris, Şuster, İstanbul Üniversitesi, Yozgat ve Berlin nüshalarıdır. Bunlardan başka, Hive, Taşkent, İstanbul Üniversitesi Süleymaniye kütüphanesi, Arkeoloji Müzesi, Millet Kütüphanesi, Manisa, Kastamonu ve British Museum'da da nüshalan vardır. Eser üzerinde; Zeki Velidi Togan, W. Barthold, Nuri Yüce çalışmıştır. Mu'inü’l-Mürid [=Müridin Yardımcısı]: 1313’te islam adında bir şair tarafından Harezm bölgesinde yazılan ve yer¬li dil özelliklerini ihtiva eden bir eserdir. Şecere-i Terâkime'de eserin Türkmenler arasında çok yaygın olduğu ve Türkmenlerin ona göre hareket ettikleri söylenmektedir. Arapça bilmeyen göçebe Türkmenlere fıkıh ve tasavvufla ilgili bilgiler vermek üzere yazılmıştır. Dil ve üslubu açısından geniş halk kitleleri için yazıldığı anlaşılan Mu'înü'l-Mürîd'in bugüne kadar bilinen tek nüshası Bursa Orhan Kütüphanesindedir. Eser üzerinde Recep Toparlı'nın çalışması vardır. Ali Feh¬mi Karamanlıoğlu'nun Mu'înü'l-Mürîd üzerine çalışması, ölümünden dolayı yayımlanmamıştır. Karamanlıoğlu'nun eser üzerindeki notları yayına hazırlayan Osman Fikri Sertkaya'dır. Eser üzerinde en son çalışma ise Recep Toparlı ve Mustafa Argunşah tarafından yapılmıştır. Mu'înü'l-Mürîd'in bu nüshasında Cevâhirü'l-Esrâr adlı eserden alınmış 7 dörtlük ile kime ait olduğu belli olmayan bir kıssa ve dizeler de yer almaktadır. Esas eserin kenarın¬da yer alan bu eklemelerin kimin tarafından ve ne zaman yazıldığına dair herhangi bir ka¬yıt yoktur. Satır Arası Kuran Tercümesi: Kuran'ın Harezm Türkçesi ile yapılmış tercümesi İstanbul Süleymaniye Kütüphanesindedir. 1363 yılında istinsah edilmiştir. Satır arası kelime kelime tercüme olan metin, harekesizdir. Her sayfada 9 satır Arapça, 9 satır Türkçe olmak üzere toplam 18 satır bulunan metnin tamamı 583 varaktır. Harezm Türkçesi ile yapılmış bu tercüme dil incelemeleri bakımından son derece önem¬lidir. Çünkü tercümeye konu olan metnin kutsallığı tercümeyi yapanın daha titiz davranma¬sına sebep olmuştur. Kuran'ın diğer tercümelerinde olduğu gibi bunda da metin bakımın¬dan yanlışlar bulunmamaktadır. Söz konusu eser üzerinde Gülden Sağol çalışmıştır. Cevâhirü'l-Esdâf: Mu'înü'l-Mürîd'in bulunduğu mecmuanın sahife kenarlarına yazılmış altı kıtalık bir me¬tindir. Dörtlükler halinde yazılmıştır. Tasavvufî, didaktik bir parçadır. F. Köprülü, dil ve edebiyat özelliklerini dikkate alarak bu eseri Harezm muhitine dâhil etmiştir. HAREZM- ALTIN-ORDU TÜRKÇESİ ESERLERİ: Hüsrevü Şirin: 1341 yılında Altın Ordu şairi Kutb tarafından Altın Ordu hükümdarı Tını Beg Han ile eşi Melike Hatun adına yazılmış bir mesnevidir. Kutb eserini aynı addaki Genceli Nizamî'nin mesnevisinden tercüme etmiştir. Eserin yazılış tarihi 1341 veya 1342 olarak tahmin edilmektedir. Hikâyenin kuruluşu, seyri ve sonucu bakımından Nizamî'nin Hüsrev ü Şîrîn'i ile ben-zer olan eser tevhid, naat ile Çehar-yâr methiyesinin bulunduğu baş kısmıyla; Tını Beg Han ile Melike Hatun için methiyeler kısmıyla; ayrıca "sebeb-i telif-i kitâb" bölümüyle Nizamî'nin eserinden ayrılır. 4370 beyitten oluşan bu büyük mesnevi, Nizamî'nin kullan¬dığı vezin olan mefâîlün mefâîlün feülün vezninde yazılmıştır. Sadece 17 beyitlik Çehâr-yâr methiyesini Kutadgu Bilig vezninde yazmıştır. Kutb, kelimesi kelimesine bir çeviri yapmayarak şa¬irlik yeteneklerini de ortaya koymuştur. Hüsrev ü Şîrîn hem Türk Edebiyatında hem de yazıldı¬ğı saha ve dönemde konusu itibariyle ilk olması bakımından önemlidir. Kutb, eserinde o devir Türkçesini bütün imkânlarıyla ortaya koymuş, henüz yazı diline geçmemiş pek çok Türkçe sözü edebî dile kazandırmıştır. Hüsrev ü Şîrîn'in bugüne kadar bilinen tek nüshası Paris Bibliothèque Nationale'dedir. 1383 tarihinde Berke Fakih adlı bir Kıpçak tarafından İskenderiye'de Altın Buga adına is¬tinsah edilmiştir. Hüsrev ü Şîrîn'in metin yayınına dair çalışmalar Abdulkadir İnan, Zajacskowski ve Necmettin Hacıeminoğlu'na aittir. Muhabbet-name: 1353'te Harezmî tarafından Sir Derya’da, Muhammed Hoca Bey'in arzusu üzerine yazılmıştır. On bir küçük name şeklinde yazılan Muhabbet name mesnevi tarzında olup Eserin biri Uygur harfli (British Museum), üçü Arap harfli (British Museum, Millet Kütüphanesi-2 tane-) olmak üzere dört nüshası bulunmaktadır. Dâsitân-ı Cümcüme: 1368-1369 yılında Hüsâm Kâtib tarafından Altın Ordu'da edebî bir gaye güdülmeden ge¬niş halk kitleleri için mesnevi nazım şekli ile yazılmış dinî lirik bir hikâyedir. Eserin ko¬nusu, İlyas Peygambere iman etmediği için çok eziyetler çeken, fakat kendi adamlarına iyi davrandığı için kendi adamları tarafından diriltilen Kesikbaş adlı meşhur bir dinî menkı¬beye dayanır. Cümcüme-nâme de denilen eser konusu, nazım şekli ve vezni bakımından İran şairi Feridüddin Attar'ın aynı adlı eserinden Türkçeye tercümedir. Fakat cennet ve ce¬hennem konularının daha ayrıntılı olarak ele alınması ile asıl metinden ayrılır. Eser, 1548 yılında Kırım Han'ı Sahib Giray bin Hacı Giray'ın emri ile Harezm-Altın Ordu Türkçesinden Anadolu Türkçesine çevrilmiştir. Samoyloviç eserin Leningrad Asya müze¬sinde iki nüshasının daha bulunduğunu bildirmektedir. Cümcüme-nâme'nin XVI-XVII. yüzyıl Çağatay Türkçesine tercüme edilmiş nüshası Paris Bibliothèque Nationale'dedir. 1872'de eserin tam metnini ihtiva etmeyen neşri, Hikâyet-i Cümcüme Sultan fi Nevbet-i İlyas Aleyhisselâm adıyla Kazan'da yapılmıştır. Mirâc-nâme: Dil, üslup ve işlediği konu bakımından Nehcü'l-Ferâdîs'e benzer. Mirac olayını anlatan anonim bir eserdir. Konularının sıralanışı bakımından Nehcü'l-Ferâdîs'e benzemekle bir-likte, gök tasviri kısmındaki ayrıntılar farklıdır. Mirâc-nâme'nin Uygur harfleriyle yazıl¬mış tek nüshası Paris Bibliothègue Nationale'de bulunmaktadır. Bu nüsha 1436'da Malik Bahşı tarafından Herat'ta istinsah edilmiştir. Bu sebeple XIV. yüzyılda yazıldığı tahmin edilmektedir. Osman Fikri Sertkaya eser üzerinde doktora çalışması yapmıştır. Yarlık ve Bitikler: Altın Ordu sahasında yazılmış olan yarlık (ferman) ve bitikler(mektup) Kıpçak tesirinin ağır bastığı XIV- XV. yüzyılda yazılmış iki yarlık ve bir bitik Harezm Türkçesi ürünleri arasında değer¬lendirilmektedir. Uygur harfleriyle yazılmış olan Toktamış ve Temir Kutluk yarlıkları, ay¬rıca Arap harfli Uluğ Muhammed Han bitiği Harezm Türkçesi dönemi metinlerindendir. Altın Ordu yarlık ve bitikleri, diğer bitiklerle birlikte Melek Özyetgin tarafından ince-lenmiştir. Altın Ordu, Kırım ve Kazan Sahasına Ait Yarlık ve Bitiklerin Dil ve Üslup İncele¬mesi adlı bu çalışmada 18 yarlık ve bitik ayrıntılı dil ve üslup incelemesi, metin, bugünkü dile aktarım, gramatikal dizin ve tıpkıbasım olarak ele alınmıştır. Sirâcü'l-Kulûb: Mensur bir eser olup didaktik mahiyette dinî-tasavvufî konuları işlemektedir. Harezm Türkçesi ile tercüme edilmiş birkaç nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan biri Mosko¬va Devlet Arşivi'ndedir. 1554'te istinsah edilmiş olan bu nüshada on dokuz sual ve ceva-bı yer alır. İbni Mühennâ Lugati / Hilyetü'l-Lisân ve Hulbetü'l-Beyân XIV. yüzyılda İbni Mühennâ tarafından yazılmış Arapça-Türkçe-Moğolca bir sözlüktür. Eserle ilgili ilk yayını, Avrupa'da bulunan 5 yazmaya dayanarak P. M. Melioranskiy yap¬mıştır. 1923 yılında Kilisli Rıfat, İstanbul'da Müze-i Hümâyün'un kütüphanesinde buldu¬ğu yeni bir nüshayı İstanbul'da yayımlamıştır. A. B. Ercilasun, İstanbul nüshasının, dil özellikleri bakımından Harezm Türkçe-sine dâhil edilmesi gerektiği görüşündedir. Eserin Kilisli Rıfat tarafından yapılan yayının-dan sonra Abdullah Battal tarafından İbnü-Mühennâ Lugati adıyla Türkçe bölü¬münün alfabetik dizini yayımlanmıştır.