16 Temmuz 2012 Pazartesi

14-15 YÜZYILLAR TÜRK DİLİ 3. ÜNİTE

ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİNİN OLUŞUMU, GELİŞİMİ, ESERLERİ, YAZIM ÖZELLİKLERİ Eski Anadolu Türkçesinin Oluşumu Eski Anadolu Türkçesi (Eski Oğuzca) X. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan batıya göç eden Oğuzların, XIII. yüzyıldan itibaren kendi lehçelerine dayalı olarak Anadolu ve civarında kurup geliştirdikleri edebi yazı diline Eski Anadolu Türkçesi (=EAT) denilmektedir. XV. yüzyılın ikinci yarısına kadarki metinlerin dili bu şekilde adlandırılır. Bu terim yerine daha önceleri “Eski Osmanlıca” da kullanılmaktaydı. Daha sonraları, Türkiye Türkçesinin tarihi şeklini temsil ettiğinden dolayı, “Eski Türkiye Türkçesi” denilmeye başlandı. Son yıllarda ise “Eski Oğuzca” terimi önerilmektedir. Oğuzlar XI. yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzlar, bugünkü Türkiye, Rumeli, Azerbaycan, Gagavuz, Türkmenistan, İran, Irak, Suriye Türklerinin atalarıdır. Geçmişte çeşitli siyasi birlikler kuran Oğuzların en önemli devletleri Selçuklu ve Osmanlı devletleri olmuştur. Bu Türk boyunun üzerine F. Sümer çok kapsamlı bir eser yayımlamıştır Köktürk yazıtlarında “Oguz” adı, Bilge Kağan’ın ağzından zikredilmektedir. Bu yazıtlarda pek çok Türk boyunun adı kaydedilmiş olsa da (Uygur, Kırgız, Tarduş, Tölis vb.), Oğuzlar özellikli bir yer tutar. Bilge Kağan, “Oguz” adını “Türk” adı ile birlikte anar: “Türük Oguz begleri, bodun, eşidiŋ! (Türk, Oğuz beyleri, dinleyin!)” X. yüzyılın başlarında Oğuzlar, Hazar Denizi’nden Sirderya’nın orta yatağındaki Farap ve İsficap yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. Bu dönemde, merkeziYenikent olan bir yabgu devletine de sahip olmuşlardı. **1071 Malazgirt savaşıyla da, Anadolu’nun kapıları Oğuzlara tamamen açılmış oldu. XIII. yüzyıldan itibaren başta Moğol istilası olmak üzere değişik başka etkenler de Anadolu’ya doğru nüfus hareketlerini artırdı. Bu son dalgalarla birlikte Anadolu tamamen bir Oğuz yurdu haline geldi. Oğuzcanın Tarihî Gelişimi IX. ve X. yüzyıllardaki Oğuzca hakkında pek bir şey bilmiyorsak da, XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divanu Lugati’t-Türk adlı kitapta bu lehçeye ait bilgileri buluyoruz. Kaşgarlı Mahmut Divanu Lugati’t-Türk’te kendi dönemindeki lehçelerin özelliklerini verirken Oğuzcaya çok fazla yer ayırmıştır. Cağataycadaki Oğuzca unsurlar üzerine Günay Karaağac (Karaağac 1997) ve Zeki Kaymaz(Kaymaz , Harezm Türkçesindekiler üzerine Gürer Gülsevin (Gulsevin 2003) calışmıştır Oğuzca kendi özelliklerine dayanarak Anadolu’da yazı dili haline gelmiştir. Bu süreç şu ana dönemlerden oluşmaktadır: 1. Eski Anadolu Türkçesi (ve ağızları) 2. Osmanlı Türkçesi (ve ağızları) 3. Türkiye Türkçesi (ve ağızları) Anadolu’da Oğuzcanın Yazı Dili Olma Süreci Oğuzlar, kendilerine özgü lehçeleri olmasına rağmen, edebi dil olarak yüzlerce yıl Orta Asya’daki ortak edebi yazı dilini kullandılar. Fakat geniş topluluklar halinde batıya göç ettiklerinde, geride bıraktıkları coğrafyadan hem mesafe hem de siyasi ve kültürel bakımdan uzaklaştılar. Büyük Selçuklular döneminde resmi ve edebi yazı dilinde Türkçeden başka diller tercih edilmesinin çok değişik sebepleri olabilir. Ancak Oğuzlar Anadolu’ya gelip bu toprakları Türkleştirmeye başladıklarında, Orta Asya’dan çok uzaktaki bu bölgelerde kendi lehçeleri ile de yazmaya başladılar. Daha sonra Türkolojide “karışık dilli eserler” ya da “olga-bolga sorunu” diye adlandırılan o dönemin eserleri, Oğuzların yeni yurtlarında kendi lehçelerine dayalı bir edebi dil geliştirirken verdiği ilk ürünler olmalıdır Anadolu Selçukluları Dönemi (İlk Eserler veya Karışık Dilli Eserler Dönemi) Anadolu’ya gelmeden önce kendi lehçelerini konuşuyor olsalar bile yazı dili olarak Orta Asya’daki ortak edebi dili kullanan Oğuzlar, yerleştikleri yeni coğrafyada kendi yazı dillerini oluştururken çeşitli aşamalar yaşamışlardır. Bunlardan birincisi, bize ulaşan en eski eserlerdeki dilde görülen ikili kullanımlardır.Behcetu’l-Hadaik fi Mev’izetu’l-Halaik, Ali’nin Kıssa-i Yusuf ’u, Kuduri Tercumesi, Kitab-ı Feraiz gibi eserler bunlardandır. Bu eserlerin dilinin özelliği, Orta Asya edebi dilinde olmayan pek çok Oğuzca özelliğin yazılı eserlerde kullanılmış olmasıdır. Yani, Oğuzlar kendi lehçeleri ile eserler üretmişlerdir. Ancak, o eserlerde, Anadolu Oğuzcasında daha sonra hiç görülmeyen ve Orta Asya Türk lehçelerinin karakteristiği olan bazı özellikler de görülmektedir. Sonraları bu sahada görülmeyen ve Orta Asya lehçelerini temsil eden bu özelliklerden bazıları şunlardır: 1. Kelime başında, tıpkı Orta Asya’daki lehçeler gibi /m-/ ünsüzlü örnekler de vardır: men ‘ben’, meŋiz ‘beniz’, munca ‘bunca’, vb. 2. Oğuzcada kelime başında /v-/ ile görülen bazı kelimeler Orta Asya’daki gibi /b-/’li şekillerde de kaydedilmiştir: bar ‘var’, bar- ‘varmak’, bir- ‘vermek’ 3. Oğuzcada başındaki /b-/ sesi duşmuş olan fiil Orta Asya’daki gibi de kullanılmıştır: bol- ‘olmak’ 4. Eklerin başındaki /G/ sesi pek çok örnekte Orta Asya lehçelerindeki gibi muhafaza edilmiştir: yalgan ‘yalan’ 5. Yükleme hali eki bazı örneklerde +nI şeklinde de geçmiştir: canumnı, bizni Anadolu Beylikleri Dönemi (Oğuzca Özelliklerin Tamamen Hâkim Olduğu Yazılı Eserler Dönemi) Bazı karışık dilli özellikler barındıran ilk dönemin hemen ardından sadece Anadolu Oğuzcasını temsil eden birçok eser yazıldı. XIV. yüzyıl, yani Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine Beylikler Dönemi’nin başladığı bu süreçte üretilen eserler her ne kadar tamamen Oğuzca olsa da, tek bir yazı dili görünümü vermiyordu. O dönemde bütün Anadolu’da Oğuzların tek bir siyasi birlik çatısında olmamaları, farklı Beylik idareleri altında olduğu düşünülünce, farklı Oğuz ağızlarıyla yazılı metinler oluşturulmuş olması da mantıklı görülmektedir. XIII. yüzyılın sonlarına doğru Moğol baskısı zayıflamıştı. Moğollara karşı uç kuvvetleri tarzında yerleştirilen Oğuz-Türkmen beyleri merkezi otoriteyle ilişkilerini azaltmaya ve kendi adlarına bağımsız beylikler kurmaya başladılar. Anadolu Selçuklu Devleti’nin son sultanı II. Gıyaseddin Mesut’un 1308’de ölümüyle birlikte de o devlet ortadan kalktı. v (ÖNEMLİ) Anadolu Türk Beylikleri dönemi XIII. yüzyılda Karamanoğulları’nın çıkışıyla başlayıp XVII. yüzyılda Ramazaoğulları’nın Osmanlı Devleti tarafından ilhak edilmesine kadar sürmüştür. Anadolu Selçukluları döneminde yazılan eserler hem az hem de nispeten basit içerikli idiler. Beylikler döneminde ise beylerin Türkçeye karşı duyarlı ve bilinçli tutumları sonucunda yepyeni bir sürece girildi. Yıkılmış olan Selçuklu Devleti’nin mirasını üstlenmek isteyen beyler kendi etki alanlarını birer kültür ve sanat ortamı haline getirmeye çalışıyorlardı. Bunların sonucu olarak da hemen her konuda (din, tıp, avcılık, edebiyat, rüya tabirleri vs.) çok sayıda eser üretildi. Geniş bir coğrafyada ortak bir siyasi otorite olmadığından dolayı, yazar¬ların kendi ağız özellikleri veya yaşadıkları kültür ortamının dili eserlere yansıyordu. Bazı metinlerin kendi içinde bile aynı ses, aynı ek ya da aynı kelime için farklı tercihlerle karşıla-şılabilmektedir (yılan/ılan-ilan, tag/dag, yoísa/yoħsa, severin/severem, vb). Hayati Develi, metinlerin dil özelliklerine bakarak Eski Anadolu Türkçesi döneminde en az 3 ana ağız grubu bulunması gerektiğini düşünmüştür: 1. Ağız Grubu: Kelime içinde ve sonunda –i- / -i; büyük unlu uyumunun yaygınlığı; birinci kişi zamiri “ben”; benzetme edatı “gibi”; 2. Ağuz Grubu: Kelime içinde ve sonunda ħ değişmesi; büyük unlu uyumunda bozulmalar; birinci kişi zamiri “ben”; benzetme edatı “bigi” 3. Ağız Grubu: Kelime başında ħ değişmesi, büyük unlu uyumunda bozulmalar; birinci kişi zamiri “men” benzetme edatları olarak “kimi” ve “tek Eski Anadolu Türkçesinin Yazarları ve Eserleri Eski Anadolu Türkçesi, Orta Türkçe döneminin en zengin eserler üretilen sahasıdır. Her gecen gün yeni eserler veya eskiden bilinen eserlerin yeni nüshalarına ulaşılmaktadır. Behcetü’l-Hadayık Fi-Mev’izetü’l-Hakayık 1-Anadolu Selçukluları döneminden kalan en eski eserlerdendir. 2-Arapça ve Farsça çeşitli vaaz kitaplarından yararlanılarak Nasıruddin b. Ahmed b. Muhammedtarafından telif edilmiştir. 3-Yazılış yeri ve tarihi kesin olarak belli olmamakla birlikte, yapılan incelemeler XII. yüzyılın sonu ile XIII. yüzyılın başında Anadolu’da yazılmış olabileceğini göstermektedir. 4-Hem Anadolu Oğuzcasında standartlaşacak özellikler hem de o coğrafyaya gelmeden önce yaşanılan Harezm ve Horasan yöresindeki Oğuzların ağız özellikleri bir arada kullanılmıştır 5-Türk dili tarihi acısından son derece önemli bir metindir. Mevlana Celaleddin Rumi Bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan’ın Belh şehrinde doğmuştur.Hayatını“hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlana 1273'te vefat etti. Eserleri: Mevlana eserlerini (kendi döneminin edebi geleneğine uygun olarak) Farsça yazmıştır. Ancak eserlerinin içinde bazı Türkçe beyit ve ibareteler geçmektedir. Bu Türkçe beyit ve ibareler araştırmacılar tarafından bir araya toplanmış ve yayınlanmıştır. Dîvân-ı Kebîr: Tasavvufi şiirleri konu alan divanıdır. Farsçadır. İçinde, kasideler, gazeller ve diğer türde şiirler vardır Mesnevî: Mevlana’nın en meşhur eseridir. Farsçadır. 25618 beyitlik bu eser İslam dünyasında yüzyıllardır okuna gelmiştir. Fîhi Mâfîh: Mevlana’nın tasavvuf muhtevalı, dini öğütler veren sohbetlerinin not edilmesiyle oluşturulmuştur. Mektubât: Mevlana’nın sonrada bir araya getirilen mektuplarıdır. Mecâlis-i Seb’a: Mevlana’nın yedi vaazını toplayan kitaptır. Türkçe beyit ve ibareleri: Muhtelif eserlerinin içinde gecen ve araştırmacılar tarafından bir araya getirilmiş manzumelerdir. Sultan Veled Mevlana’nın büyük oğlu olan Sultan Veled 1226’da Karaman’da doğdu. Mevlana’nın tasavvufla ilgili görüşlerini bir sistem halinde birleştirip Mevleviliğe bir tarikat olarak gerçek biçimini kazandıran Sultan Veled’dir. İlk Mevlevi dergahının kurucusu olarak bilinir. Sultan Veled’in şiirleri aynı zamanda Eski Anadolu Türkçesinin bilinen ilk örneklerindendir. Sultan Veled de dönemin edebi geleneğine uyarak eserlerinin çoğunu Farsça yazmıştır. Türkçe eserleri sayıca daha azdır. Eserleri: İbtidâ-Nâme: Sultan Veled’in yazdığı ilk mesnevidir. Veled-name adıyla da tanınan eser, 1291 yılında yazılmış olup içinde 76 Türkçe beyit bulunmaktadır. Sultan Veled’in kendisi hakkında da eserde bilgi bulunmaktadır. Rebâb-Nâme: Sultan Veled’in yazılış sırasına göre ikinci mesnevisi Rebab-name’dir. Mevlana’nın Mesnevi’sin vezninde ve onun etkisi altında kalınarak yazılmış olan bu kısa mesnevide 162 Türkçe beyit bulunmaktadır . İntihâ-Nâme: Sultan Veled’in son mesnevisidir. İşlenen konular bakımından bir önceki mesneviye benzer. Ancak, bu eserin tamamı Farsçadır. Divan: Değişik nazım şekilleri ile yazılmış dini-tasavvufi ve ahlaki şiirler yer alır. Hacimli bir eser olan Divan’ın gazeller bölümünde Türkçe-Farsça-Rumca yazılmış mülemma manzumeler de bulunmaktadır Ma ‘Arif: Sultan Veled’in dini, ahlaki öğütler veren son eseri Ma ‘arif ise mensur olarak yazılmıştır. Bu eser de Farsçadır. Hoca Ahmed Fakih Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’den fıkıh dersleri aldığı ve o yüzden “fakih” diye anıldığı bilinmektedir. Eserleri: Çarh-nâme: 100 beyitlik bir manzumedir. Kaside şeklindedir. Din ve tasavvuf konularında yazılmış öğretici mahiyette bir eserdir. Kitâbu Evsâf-ı Mesâcidi’ş-Şerîfe: Çarh-name’den daha hacimli 339 beyitlik bir manzumedir.Mesnevi tarzında yazılmıştır. Eserde Şam, Kudüs, Mekke ve Medine şehirleri ve orada gördükleri anlatılmıştır. 13. yüzyıl Türkçesinin nadir örneklerinden olmasından dolayı dil tarihinde önemli bir yeri vardır. Yunus Emre Taptuk Emre’nin dergâhına kapılanmış, orada tasavvuf terbiyesinden geçmiştir. Yunus, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiştir. Kullandığı Türkçe, işlediği temalar, şiirindeki sadelik ve yalınlık, onun ne denli büyük bir şair olduğunu ispat etmeye yeter. Bazı şiirlerinde aruzu da deneyen Yunus, asıl şiir kabiliyetini heceyle yazdığı ilahi, nefes ve semai türü şiirlerinde ortaya koymuştur. Şiirleri birçok araştırmacı tarafından derlenip toplanmış ve yayınlanmıştır. Eserleri: Divan: Yunus’a isnat edilen şiirlerin sayısı çok fazla da olsa Divan’ında 400 şiir bulunmaktadır. İçindeki şiirlerin bir kısmı aruz bir kısmı da hece ile söylenmiştir. Divan’da ilahilerin çoğu dörtlükler şeklinde söylenmiş olmakla birlikte, gazel ve mesnevi türünde şiirleri de vardır. Risaletü’n-Nushiyye: 1307-8 yılında yazılmıştır. Başında 13 beyitlik bir giriş bolumu vardır. Bunun arkasından kısa bir mensur bolum gelir. Asıl bölüm ise 600 beyite yakındır. Dini-tasavvufi öğretici bir eser olduğundan dolayı Yunus Emre’nin diğer şiirlerinde görülen lirizm bunda yoktur. Şeyyad Hamza Anadolu’yu dolaşarak halka dini-tasavvufi şiirler söyleyen gezici bir derviş olduğu sanılmaktadır. Eserleri: Yûsuf u Zelihâ: Kaynağını Tevrat’tan alarak değişik bicimlerde hikaye edilen Yusuf ile Züleyha manzumemeleri, İslami dönemde de Kuran-ı Kerim’deki şeklinden beslenerek pek çok esere konu olmuştur. İslami dönemde bildiğimiz en eski Yusuf u Züleyha Ali’nin Kıssa-i Yusuf ’udur. O eserin yazılış sahası tam olarak belirlenememektedir. Anadolu sahasında yazıldığı bilinen en eski Yusuf u Züleyha hikayesi Şeyyad Hamza’nın yazmış olduğu eserdir. 1529 beyitlik bir mesnevi olarak kaleme alınmıştır. Şiirleri: Hem aruzla hem de hece vezniyle yazdığı manzumeleri vardır. Manzumelerinde dörtlük, mesnevi, gazel, kaside olmak üzere değişik nazım şekillerini kullanmıştır. Dâstân-ı Sultân Mahmûd: 79 beyitlik mesnevidir. Düşünce ve ifadesindeki olgunluk, şairin olgunluk dönemine ait olması gerektiğini göstermektedir. Hoca Dehhani Hoca Dehhani’yi de bilim dünyasına tanıtan Fuad Köprülü olmuştur. Aslen Horasanlı bir Türk olan Hoca Dehhani, Anadolu klasik Türk şiirinin ilk büyük ustalarındandır. Dini ve tasavvufi konulu şiirlerinde temiz ve duru bir uslup sezilir. II. Alaaddin Keykubad zamanında Anadolu’da bulunmuş ve hükümdar adına 20.000 beyitlik birSelcuk Şeh-namesi yazdığı bilinse de o eser henüz bulunamamıştır. Eserleri: Şiirleri: Günümüzde sadece 10 kadar şiiri bulunabilmiştir. + Âşık Paşa Asıl adı Alaeddin Ali’dir. Şiirlerinde “Aşık” mahlasını kullandığı için asıl adı unutularak “Aşık Paşa” adı ile meşhur olmuştur. Ahilik örgütünün büyük bir saygıyla bağlandığı “mürşid”i olmuş, çevresinde toplanan Oğuz boylarına dostluk ve kardeşlik ilkelerini aşılamış, onlara Türkçe seslenmiş, eserlerini arı Türkçe ile yazmıştır. Çevresinde yalnız Türkçe ile konuşup eserlerini Türkçe yazmakla kalmamış, aynı zamanda, o güne kadar moda olan Arapça ve Farsçaya karşı Türk dilinin güçlü bir savunucusu da olmuştur. Eserleri: Garîb-nâme: 1330 yılında yazılmıştır. 12.000 beyitlik bir mesnevidir. Dini ve tasavvufi öğütler bulunan 10 baba ayrılmış bir ahlak kitabıdır. Şair eserinde, devrin aydınlarının Türk diline gereken önemi vermediklerinden yakınır. Milli dil ile bir edebiyat meydana getirmek isteyen Anadolu şairleri arasında çok önemli bir yeri vardır. Fakr-nâme: 160 beyitlik mesnevi türünde bir eserdir. Dini ve tasavvufi içerikli öğretici bir eserdir. Vasf-ı Hâl: 31 beyitlik küçük bir mesnevidir. Hikâye: 59 beyitlik bir mesnevidir. Kimyâ Risâlesi: Bu eserin Âşık Paşa ait olup olmadığı kesin değildir. Risâle fî Beyâni’s-Semâ: Sadece “Osmanlı Müellifleri” adlı kitapta adı gecen bu eserin de Aşık Paşa ait olduğu şüphelidir. Şiirleri: Âşık Paşa’nın bunların dışında çeşitli mecmualarda aruz ve hece ölçüsüyle yazılmış 60 kadar şiiri daha vardır. Gülşehri Mahlası olan Gulşehri ise o dönemde Kırşehir’e “Gül Şehri” denilmiş olmasıyla ilgilidir. İslami bilimler, matematik, mantık ve felsefe konularında iyi yetişmiştir. Arapça ve Farsça öğrenmiş ama genellikle Türkçe yazmıştır. Hatta Türkçe kullanmaya duyarlılığı ile bu konuda önemli bir mücadele de vermiştir. Eserleri: Felek-nâme: Dini içerikli, Farsça yazılmış bir mesnevidir. Kerâmât-ı Ahî Evrân: Daha önce Felekname adlı kitabında işlediği bazı konuların genişletilerek oluşturulmuş bir mesnevidir. 167 beyittir. 1301’den sonra yazılmıştır. Kudûrî Tercümesi: Henüz bulunamamış bir eseridir. Arûz-ı Gülşehrî: Farsça olarak yazılmış 16 varaklık küçük bir eserdir. Mantıkuttayr: Gülşehri’nin ve o dönemin en önemli eserlerinden biridir. Feriduddin-i Attar’ın aynı adı taşıyan Farsça eserinin özgün ve serbest bir dille Türkçeye yapılmış tercümesidir. 1317 yılında tamamlanmıştır. 4300 beyittir. Hoca Mesud Farsçadan yaptığı tercümelerle, Türk dili ve edebiyatının gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Tercümelerinde kullandığı Türkçe son derece akıcı ve zengindir. Eserleri: Süheyl ü Nev-bahâr: 1350’de yazılmıştır. 5568 beyitlik romantik bir aşk hikâyesidir. Mesnevi turunde yazılmıştır. Yabancı unsurların fazla bulunmadığı, dil bakımından birçok arkaik unsur da barındıran, dönemin Türkçesinin bütün ses ve şekil özelliklerini içeren bir eserdir. Söz varlığı da son derece zengindir. Kendi dönemindeki diğer eserlere göre çok daha fazla Türkçe ağırlıklıdır. Ferheng-nâme-i Sâ’dî Tercümesi: 1073 beyitlik bu mesnevi türündeki eser 1304’te yazılmıştır. Bu da Farsçadan tercümedir. Kadı Burhaneddin Asıl adı Burhaneddin Ahmed’dir. İlk eğitimini, Kayseri kadısı olan babasından almıştır. Mısır’da dini bilimler, astronomi ve tıp öğrenimi görmüş, babasının yerine Kayseri kadılığına getirilmiştir. Kayseri’de hüküm süren Eretnaoğullarına vezirlik yapmıştır. Daha sonra Sivas’ta kendi sultanlığını ilan etmiştir. 18 yıl hükümdarlık yaptıktan sonra, 1398 yılında Akkoyunlular’la giriştiği mücadelede pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Kadı Burhannedin bu siyasi uğraşları yanında şiirle de meşgul olmuş; gazel, tuyuğ ve rubailerle dolu büyük bir Divan ortaya çıkarmıştır. Eserleri: Dîvân: Bilinen tek eseri bu değerli Divan’ıdır. Eser, 1500 gazel, 119 tuyug ve 20 rubaiden oluşmaktadır. Dili, o dönemdeki diğer eserlere göre biraz daha fazla Anadolu dışı Oğuzcasının özellikleri göstermektedir. Şeyhoğlu Germi yan Beyliği muhitinde yetişmiştir. Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın hizmetinde bulunmuş, daha sonra Yıldırım Bayezid’e intisap etmiştir. Çok değerli eserler yazmıştır. Eserleri: Marzubân-nâme Tercümesi (1389): Farsçadan tercümedir.1389’da kaleme alınmıştır. Hayvan konulu hikayelerdir. Kıssadan hisse özelliği taşıyan öğretici bir eserdir. Hurşîd ü Ferahşâd: Süleyman Şah zamanında yazılmaya başlanmış ancak 1387 yılında tamamlanmıştır. 7903 beyittir. Anadolu halkının Türkçe konuşuyor olmasından dolayı kitabı Türkçe yazdığını belirtmiştir. Hurşid ile Ferahşad arasındaki aşkı anlatır. Şeyhoğlu’nun bu eserini yazarken Şeh-name’den etkilendiği genel bir kanıdır. Kenzü’l-Küberâ: 1401’de, Yıldırım Bayezid döneminde yazmıştır. Mensur ve manzum karışık bir eserdir. Padişah, bey, vezir, âlim ve kadılara dini öğütler verir. Dede Korkut Hikâyeleri Asıl adı “Kitab-ı Dedem Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan”dır. Hikayelerde Oğuzların Gürcü, Abaza ve Trabzon Rumları ile savaşları ile Türk boylarının kendi aralarındaki iç savaşları anlatılır. Hikâyelerin ortaya çıkış coğrafyası buralar olmakla beraber, Eski Türk coğrafyasından, gelenek ve göreneklerinden derin izler vardır. Destan üslubu içerisinde hikmetli sözler, Türk tarihine ait rivayetler, Türk töresini anlatan ifadeler yer almaktadır. Hikâyeler, Türkçe açısından paha biçilmez bir hazine değerindedir. Türkçe ses, ek, kelime ve cümle yapısı bakımından araştırıcıların her zaman ilgisini çeken bir özelliğe sahiptir. Deyimler mecazlar, atasözleri ve söyleyiş özellikleri açısından da üstün bir özellik sergiler. Hikâyelerin elde iki yazması mevcuttur. Bunlardan biri Vatikan’da diğer ise Dresden’de bulunmaktadır. Dede Korkut’ta toplam 12 hikaye vardır: 1. Dirse Han Oğlı Buğac Han Boyı. 2. Salur Kazanuŋ İvi Yağmaladuğı Boy. 3. Kam Pürenüŋ Oğlı Bamsı Beyrek Boyı. 4. Kazan Big Oğlı Uruz Bigüŋ Tutsak Olduğı Boy. 5. Duha Koca Oğlı Delü Dumrıl Boyı. 6. Kaŋlı Koca Oğlı Kan Turalı Boyı. 7. Kazılık Koca Oğlı Yigenek Boyı. 8. Basat Tepegözi Öldürdügi Boy. 9. Begil Oğlı Emrenüŋ Boyı. 10. Uşun Koca Oğlı Segrek Boyı. 11. Salur Kazan Tutsak Oğlı Uruz Cıkarduğı Boy. 12. İç Oğuza Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldürdügi Boy. Ahmedi XIV. yüzyılın en büyük şairlerindendir. Öğreniminin ilk yıllarını Anadolu’da geçirdikten sonra Mısır’a gittiği ve orada dini bilgilerin yanı sıra tıp, astronomi, riyaziyat ve mantık dallarında eğitim aldığı bilinmektedir. Ahmedi XIV. Yüzyılın en güçlü ve en hacimli eser veren şairidir. Eserleri: Dîvân: Yaklaşık 9000 beyti bulan bu eserde şair, çeşitli türde şiirler yazmış olmakla beraber en çok gazel turunu tercih etmiştir. Eser, şairin ustun edebi gücünü göstermektedir. İskender-nâme: 8000 beyitten fazla bir manzumedir. 1390 yılında yazılmıştır. Mesnevi türünde bir eseridir. Eser, Büyük İskender’in hayatı etrafında gelişen olayları destansı bir tarzda anlatılır. Türk Edebiyatının ilk manzum İskender-name’sidir. İskender-name, daha önce birçok Fars şairi tarafından ele alındıysa da Ahmedi’nin bu eseri bir tercüme olmaktan öte telife yakın bir özellik taşır. Cemşîd ü Hurşîd: 1403 yılında kaleme alınmıştır. Yaklaşık 5000 beyitten oluşan mesnevi türünde bir eserdir. 2700 beyitlik Farsça bir eserden yapılmış tercümedir. Tercüme ettiği eserin 2700 beyit olması, bunun kitabın da birebir tercüme olmaktan çok şairin katkılarıyla yarı telif bir nitelik kazandığını göstermektedir. Tervîhü’l- Ervâh: Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’ın emriyle yazılmıştır. 10100 beyitlik bir mesnevidir. Tıbbi bir nasihat kitabı mahiyetindedir. Bedâyi’i’s-Sihr fî San âyi’i’ş- Şi’r: Edebi sanatlarla ilgili bir eserdir. Mirkâtü’l-Edeb: Aydınoğlu İsa Bey’in oğlu Hamza Bey için yazılmış Arapça-Farsça manzum bir sözlüktür. Mîzânü’l-Edeb, Mi’yârü’l-Edeb: Bunlar da Hamza Bey için hazırlanmış birer Arapça ders kitabıdır. Ahmed-i Dâî Kütahya’da kadılık yaptığı ve önce Emir Süleyman’ın sonra da Mehmet Celebi’nin himayesine girdiği bilinir. II. Murad’ın şehzadeliğinde hocalığını yapmıştır. Manzum ve mensur pek çok eseri vardır. Bunlardan bazıları telif, bazıları tercümedir. Dili kullanma becerisi birçok çağdaşına göre oldukça üstündür. Eserleri: Türkçe Dîvân: Divan’ın Kahire’deki nüshasında 1885 beyit, Burdur’daki nüshasında ise 1535 beyit vardır. Değişik mecmualarda başka şiirleri de bulunmaktadır. Çeng-nâme: 1446 beyitlik eser mesnevi türünde yazılmıştır. Bir Türk çalgısı olan cengin mahiyeti yer yer dini, ahlaki ve tasavvufi motiflerle işlenir. Bu eser Dai’nin en özgün ve en güçlü eseri kabul edilmektedir. Vasiyyet-i Nûşirevân: Mesnevi türünde yazılmış 115 beyitlik bir eserdir. Bir öğüt kitabı niteliğindedir. Câmasb-nâme Tercümesi: 73 beyitlik küçük bir mesnevi olan bu eser, Hoca Nasir-i Tusi’nin aynı adlı eserinden Türkçeye çevrilmiştir. Yıldızname, falname türünden bir eserdir. Farsça Dîvân: 1413 yılında Hayrettin Hacı Halil Bey’e kendi el yazısı ile sunduğu, Farsça şiirlerinin toplandığı divandır. Ukûdü’l-Cevâhir: Farsca manzum bir lugat olan ve aruzun esas bahirlerini gosteren bu eser 51 kıta ve 650 beyitten meydana gelmiştir. II. Murad’ın şehzadeliği döneminde kendisine sunmuştur. Tercüme-i Tefsîr-i Ebü’l-Leys es-Semerkandî: Emir Sultan adına kaleme alınan bu tercüme,Anadolu sahasının bilinen ilk Kur’an tercümesidir. Eseri birebir tercüme etmemiş, başka kaynaklardan da yararlanarak adeta yeni bir tefsir haline getirmiştir. Esere eklediği 235 beyitlik manzum giriş kısmı ise tamamıyla kendi telifidir. Pek çok nüshası bulunan bu eserdeki dil son derece başarılıdır. Tezkiretü’l-Evliyâ: II. Murad adına, Feriduddin-i Attar’ın aynı adlı eserinden yaptığı tercümedir. Bu da Anadolu sahasının bilinen ilk Tezkiretu’l- Evliya’sıdır. Tercüme-i Eşkâl-i Nâsir-i Tûsî: Farsçadan tercüme bir eser olup yıldızlardan bahseder. Ta’bir-nâme Tercümesi: Germiyanoğlu II. Yakup Bey’in işareti ile Farsçadan çevirdiği bir eserdir.Rüya yorumlarından bahseder. Teressül: Edebiyatımızda “usul-i inşa” ve mektuplaşma türünün ilk örneklerindendir. Özel ve resmi yazışma ve haberleşme kurallarını göstermek için kaleme almıştır. Miftâhü’l-cenne: Lülü Paşa adında bir zatın isteği üzerine Arapçadan Türkçeye çevirdiği bir eserdir. Ancak, Ahmed-i Dai’nin elinde bu tercüme de telif özelliği kazanmıştır. Cennet’e girmek için yapılması gerekenleri anlatır. Tıbb-ı Nebevî Tercümesi: Umur Bey’in emriyle Türkçeye çevrilmiş bir eserdir. Hz. Muhammed’in hadislerin dayandırılarak iki bolum halinde hazırlanmış bir koruyucu hekimlik kitabıdır. Vesîletü’l-mülûk li-ehli’s-sülûk: Ayete’l-kursi’nin Türkçeye tercümesi olan bir eserdir. Hatiboğlu Eserlerinin genel içeriğini dini ve ahlaki öğütler oluşturur Eserleri: Bahrü’l-Hakâyık: 1359 beyitlik mesnevi türünde bir eserdir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Arapça mensur bir eseri olan Makalat’ının manzum bir tercümesidir. 1409’da Dulkadiroğlu Garsuddin Halil Bey’in oğlu Nasıruddin Mehmed Bey’e sunmuştur. Letâyif-nâme: 3910 beyitlik mesnevi türünde bir eserdir. Arapça mensur bir Sure-i Mulk Tesfiri’nin 1414 yılında yapılmış manzum tercümesidir. Ferâh-nâme: Arapçadan Türkçeye çevrilmiş yüz hadis tercümesidir. 6093 beyitlik eser manzum olup dini ve ahlaki öğütlerle öğretici bir özellik taşır. 1426 yılında tamamlayıp II. Murad’a sunmuştur. Süleyman Çelebi Orhan Gazi döneminde doğmuştur. Yıldırım Bayezid döneminde Bursa’da iyi bir eğitim almış ve yapımı 1399’da tamamlanan Ulu Cami’ye imam olarak atanmıştır. Eserleri: Mevlîd: Bilinen tek eseridir. Batini görüşler ile ehl-i sünnet arasındaki çekişmelerin olduğu donemde ehl-i sünnetin yanında yer almıştır. 732 beyitlik eserini 1409’da tamamlamıştır. Şeyhî İlk eğitimini Kütahya’da alan Şeyhi, daha sonda İran’a giderek tıp ve tasavvuf dersleri okumuştur. İran dönüşü uğradığı Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmiş ve bundan dolayı da Şeyhi mahlasını almıştır. Şeyhi aynı zamanda II. Yakup Bey’e kasideler de yazıyordu. Bütün eserlerinde dini, ahlaki ve tasavvufi inancın izleri görülür. Eserleri: Dîvân: Küçük bir divandır. 2 müstezad, 20 civarında kaside, 200 kadar gazel, terkib-i bend ve terci-i bend bulunmaktadır. Har-nâme: 126 beyitlik bir mesnevidir. Hiciv edebiyatımızın en iyi örneklerindendir. Hüsrev ü Şîrîn: 6944 beyitlik bu mesnevi II. Murad’ın tahta çıkışıyla birlikte yazılmaya başlanmıştır. Eseri bitiremeden de Şeyhi vefat etmiştir. Doğu Edebiyatının meşhur klasik aşk hikayesini konu almıştır. Hakîkî Meşhur mutasavvıf Şeyh Hamid-i Veli’nin (Somuncu Baba) oğludur. Tasavvufi eğitimini babasından almıştır. Eserleri: Dîvân: 350 varaklık büyük bir divandır; münacat ve tevhid ile başlayıp tasavvufi neşveleri terennüm eden değişik başlıklardaki şiirlerle devam eder. Muhabbet-nâme: Eser toplam 175 varaktan oluşur. Mesnevi türünde tasavvufi muhtevalı bir eserdir. Metâli’u’l-İmân: Bir görüşe göre Sadreddin Konevi’nin Metali’u’l-İman adlı tasavvufi Farsça risalesinin bir tercümesidir. 26 varaktır. Bir Fatiha, üç matla’ ve bir hatime üzerine kurulmuştur. Tasavvuf Risalesi: Metali’u’l-İman adlı eserin içinde bulunduğu yazmanın 26b/57a varakları arasında bulunan aynı yazı ve aynı üslupla kaleme alınmış bu eserin Yusuf Hakiki’ye ait olması kuvvetle muhtemeldir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder